Yaklaşık 3 bin yıllık bir süre zarfında Avrasya’nın uçsuz bucaksız coğrafyasında ve çevre topraklarında 250’ye yakın hanedanlık kuran Türk halkları, dünya tarihinde eşine az rastlanır bir olay, eşsiz bir olgu olarak değerlendiriliyor. Anavatanları Orta Asya, Doğu Türkistan, Ordos bölgesi (Kuzey Çin), Altay ve Moğolistan, Kungay Sibiryası, Volga-Ural bölgeleri olmak üzere, Avrupa’nın doğu kesiminde, Uzak Doğu’da, Horasan ve Kuzey Hindistan’da, Kuzey Kafkasya ve Karadeniz kıyılarında, İran’da, Mısır’da, Küçük Asya’da ve Ortadoğu’da onlarca hanedanlık kuran Türk halklarının yayılması tesadüf eseri olmamıştır; Bunun arkasında birçok etken var. Siyasal örgütlenme, askerî yetenek, önder seçimi ve ona bağlılık, toplumda asalet ve bilgeliğin takdir edilmesi, ülke ve devlet işlerine tutkunluk ve diğer özgün özellikler Türklerin bu düzeye ulaşmasındaki başlıca etkenlerdir.
Yukarıda Türk halklarının ve uluslarının kendi vatanlarının yanı sıra onlarca ülkede çok sayıda hanedanlık kurduklarını, sadece kan bağları olan değil, diğer halkları ve ulusları da birleştirdiklerini belirtmiştik. Örneğin, yalnızca Hindistan’da onlarca Türk hanedanı 1.500 yıldan fazla hüküm sürmüştür; bunların arasında yönetici halkı proto-Türklerle özdeşleştirilen Kuşan İmparatorluğu (MS 1.-3. yüzyıllar) da vardır; 4. ve 6. yüzyıllar arasında Orta Asya, Doğu Türkistan, Horasan ve Kuzey Hindistan’ın merkezlerini birleştiren Khionitler, Kidariler ve Eftalitler (Abdallar – MS 440-565); ve daha sonra Türk Kağanlığı (552-744) döneminde Hindistan’da Türk etkisi artmıştır. Kuzey Hindistan’da Kidariiler ve Ak Hunlar’ın bazı kolları kendi hanedanlıklarını kurarken, daha sonra Kabil Teginşahları (640-843), Gazneliler (977-1186), Delhi Sultanlığı (1206-1526), Timurlular (1370-1507), Babürlüler (1526-1858) ve daha birçok irili ufaklı Türk siyasi birliği bu toprakların dizginlerini ellerinde tuttular.
Hun İmparatorluğu (375-469), Hazar Kağanlığı (650-969), Avar Kağanlığı (565-835), Bulgar Hanlığı (681-1018), On-Ogur, Kutrigur ve Sarı-Ogur hükümetleri, ortaçağdaki çeşitli Kuman ve Kıpçak hanlıkları, Türk (Uz) ve Peçenek (Bicanak) siyasi birlikleri, hepsi de Doğu Avrupa’da, yani Doğu Avrupa’da Türk halkları tarafından kurulmuş olan bu durumun canlı örnekleridir. Bunlar arasında Macarlar, Arpad Hanedanı (9-15. yüzyıllar) ve Avrupa’nın doğusundaki toprakları işgal eden Altın Orda dönemlerinde Türkler önemli bir konuma sahipti. Osmanlılar (1299-1922) ve Kırım Hanlığı (1441-1783) dönemlerinde de Türkler Avrupa’nın önemli bir bölümüne egemen oldular.
İran ve Ortadoğu’yu fetheden Selçuklular (1038-1194), İlhanlılar (1256-1353), Celayirliler (1336-1411), Ak-Koyunlu ve Kara-Koyunlular, Safeviler (1502-1736), Afşar Nadir Şah (1736-1747) ve Kaçarlar (1779-1925) gibi hanedanlar, bu topraklarda yaklaşık bin yıl Türk egemenliğinin sürmesine yol açmıştır. Hindistan, Doğu Avrupa ve İran’daki Türk hanedanlarının sayısını sayarsak, bunların sayısı 50’ye ulaşır. Türklerin anavatanlarındaki ve Mısır ve Çin gibi ülkelerdeki hanedanları da dahil edildiğinde, bu ülkelerdeki Türk hanedanlarının sayısı 200’ü geçer. Bu şekilde, yukarıda belirtildiği gibi, Türklerin son üç bin yılda yaklaşık 250 hanedanlık kurduğu ve nüfuzlarını yaydığı daha da belirginleşir.
Dünya milletlerinin tarihinde örneği olmayan Türk devletçiliğinin bu düzeye kendiliğinden gelmediğini, bilakis yönetim ve savaştaki maharetinin başlıca etkenlerden biri olduğunu vurgularken, “Neden böyle oldu, bu özgünlüğe nasıl ulaştılar, onları motive eden şey neydi?” sorularına cevap bulmamız gerekiyor. Türk halklarının geçmişine ışık tutan çeşitli dillerdeki yazılı kaynaklar ve etnografik bilgilerle tanıştıkça, bunun temel motivasyonunun Türklerin örgütlenmesi ve toplumsallaşması olduğunu görüyoruz. Nitekim Türk dilinde sosyo-politik örgütlenmenin yüksek düzeyi, “el”, “ulus”, “el-yurt”, “qosh” (siyasi birlik), “urug”, “elat”, “aymoq” gibi dillerinde korunan onlarca kelimeden anlaşılmaktadır. Bunlara “el-kun” kelimesini de eklersek Türklerin bu alanda ne kadar başarılı olduklarını, dillerine çok sayıda kelime ve terim türettiklerini görürüz.
Yaklaşık bir buçuk bin yıl önce oluşturulan Orhun-Enasay yazıtlarında, toplumsal bir kavram olarak “bo’dun” sözcüğünün halk anlamında kullanıldığını, sosyo-politik bir terim olarak ise “el” sözcüğünün “devlet, bölge, halk” anlamlarını belirten geniş bir kavram olduğunu görüyoruz. Tunyukuk, Kül Tegin ve Bilga kağanları, yazıtlarında halklarına hitap ederken Türk kağanlığından, yani devletinden “Türk halkı” diye bahsetmişlerdir. Bu yazıtların diğer satırlarında da bu kelimenin bir halktan veya bölgeden bahsedilirken kullanıldığını görüyoruz. Aynı zamanda Bilga Kağan’ın yazıtında belirtildiği gibi “el” sözcüğü daha çok “devlet” anlamında kullanılıyordu: “Tanrı sana el verdi, kendi toprağını bırakıp Tabgaç’a (Çin) bağımlı oldun!” “Eğer sadık kalırsan, Ebedî Eli tutarsın” ifadesi de gösterge niteliğindedir. “El” sözcüğünün binlerce yıl sonra bile Türk dilinden kaybolmadığı ve asırlar boyunca saygı duyulan bir sözcük olarak kaldığı gerçeği , büyük alimimiz Kaşgarlı Mahmut’un “Devonu Lug’atit Türk” adlı eserinde verdiği ” el – devlet, ülke, halk” tanımında görülebilir [Kaşgarlı 1960: 83; Kaşgari 1967: 42].
Bugün hemen hemen bütün Türk dillerinde değişmeden varlığını sürdüren, bazılarında ise bazı değişikliklere uğrayan “el” sözcüğünün Anadolu ve Azerbaycan Türklerinde daha dar anlamda, Turan-Türkistan’da ise çok daha geniş anlamda kullanıldığını görüyoruz. Özellikle Özbek, Karakalpak, Kırgız ve Kazak dillerinde bu kelimeyle ilgili çok sayıda terim ve deyime rastlanmakta, ayrıca “el”, “elçilik”, “elimiz”, “el-yurt”, “el-ulus” gibi toplumsal kavramlara da rastlanmaktadır. Mesela Özbek dilinde şu örnekler verilebilir : “el bilsa boldi”, “el nima dedi”, “oz eling”, “oz elingdan koymasin”, “el qariji”, “elkuyovi”, “elboshi” ve daha onlarcası. Özbek dilinin açıklayıcı sözlüğü bu kelimenin 3 anlamını veriyor: 1. El – bir yerin halkı, nüfusu, ahali; genellikle, çoğu insan, kalabalık, herkes; 2. Aynı ülkeye, kabileye mensup olan kimseler; millet, halk; 3. Vatan, ülke, ülke [O TIL 2008: 29]. Bu kelimenin Özbek dilinde Orhun-Enasoy yazıtlarında görüldüğü gibi aynı anlamı koruduğu anlaşılmaktadır . İlginçtir ki, Kaşgarlı Mahmud bu kelimeyi “iki hükümdar arasında bir anlaşma, bir uzlaşma” olarak vurgulamış ve şu açıklamayı aktarmıştır : ” iki bey bir araya geldiler – iki bey birbirleriyle barıştılar.” Bu kelimenin Özbek dilinde de bu anlamda yaygın olarak kullanıldığını görüyoruz. Açıklayıcı sözlük, ” Birine yakın olmak , biriyle sanki kendi benliğiymiş gibi yakın olmak, dost olmak; ortaya çıkmak” şeklinde açıklar ve şu örnekleri verir: “Gerçek düşman el değildir. Eteğini kesersen galip gelemezsin” (atasözü); “Beyin topladığı insanlar birbirleriyle geçinemeyen bir çeşit pislikti” [OʻTIL 2008: 29].
“El” sözcüğüyle ilgili bu örnekler, günümüz Türkçesindeki el-ulusların çoğunda bulunmaktadır. Ancak bu kelimeyle birlikte kullanılan ve uzun zamandır kullanılmayan, güncelliğini yitirmiş bazı kelimeler de var. Bunlardan biri de Türk dilinde yaklaşık bin yıl yaygın olarak kullanılan ve ancak son yüzyıllarda unutulan birleşik sözcük “el-kun” (el-kün)’dür. Yaklaşık bin yıl önce Yusuf Hüs Hacib’in “Kutadgu Bilig” adlı eserinde birçok kez geçmesine rağmen “Devonu Lugatit Türk”te bu kelime geçmez. Ayrıca Otamish Hacı’nın eski Türk-Uygur alfabesiyle yazılmış “Oğuzname” (15. yüzyıl), “Boburname” ve “Cengizname” (16. yüzyıl) adlı eserlerinde de bulunmaktadır. İlginçtir ki, Ali Şir Nevai’nin eserlerinde ve Abulgozi Bahodurhan’ın “Şecerayi Türk” adlı eserinde yer almayan “el-kun” kelimesi, günümüz Türk dillerinin sadece bazılarında eski anlamına yakınlığını korumuştur.
Bu eserler üzerinde bilimsel çalışma yapan araştırmacılardan bazılarının bu birleşik kelimeyi “el kun” olarak verdikleri, bazılarının da “el-kun” şeklinde birleşik kelime olarak verdikleri görülmüştür. İlk kez “Kutadgu Bilig”de ” Akıllı adam, akıllı adamın sözünü bilir. Akıllı adam, elli günlük işi bilir – Akıllı adam, akıllı adamın sözünü bilir. Akıllı adam, elli günlük işi bilir”; Ünlü Türkolog ve Türk dilbilimci J. Clawson, dörtlüklerde bulunan bu çift sözcüğü, ” bu beglerin işidir. Toru ve toqu bu işi birlikte yaptılar – bu beglerin işidir. Toru (yasa) bu işi toqu (kural) ile yaptı” şeklinde açıklamaya çalışır. Ona göre “millet”, “bağımsız bir yönetici tarafından örgütlenen ve yönetilen siyasal bir birimdir.” Uygurca yazılmış “Oğuznoma”da bulunan “el-kun” sözcüğünün ikinci kısmı olan “kun”, eski Türk metinlerinde bu anlamda tek başına geçmez [Clauson 1972: 121]. Aynı zamanda bu kelimenin, “güneş, gün, gün batımı” anlamına gelen “kun” kelimesiyle eş tutulamayacağını, kökeninin Eski Türkçedeki çokluk (topluluk) eki -gun (gUn) olduğunu vurgulamaktadır [Ağca 2019: 177]. Bu görüşe katılmayan F. Agja, “kun” sözcüğünün Eski Türkçedeki -gun ekinden farklı olduğunu, bunun yerine Türk dillerinin çoğunda “güneş” anlamında bulunan “kun” sözcüğüyle özdeşleştirilmesinin daha doğru olduğunu vurgular; Oğuz kolunda geçen “elä gunä karşısı” (elga – günün karşıtı) ifadesine atıfta bulunur. Ona göre “el-kun” kelimesinin genel anlamı “halk”tır [Ağca 2019: 177-178]. Kanaatimizce her iki araştırmacının görüşlerine kısmen katılmak mümkün olmakla birlikte, aşağıdaki örneklere bakıldığında her iki görüşün de yeterince haklı olmadığı görülmektedir.
Bu çift kelimenin bazen birbirinden ayrıldığını Anadolu Türk edebiyatında bulunan “ Buni eltajagiz belli Fagʻfur şah. Banga el-u gun verur-u bargoh. Eli guni beklamak oʻlur bila. Odidur gado garchi ul şah oʻla ” (Bu Fagʻfur şahın adıdır. Bana el-u gun verur-u bargoh veriyor. Eli guni beklamak oʻlur bila. Odidur gado garchi ul şah oʻla) dörtlüğü göstermektedir [ bkz. [Ağca 2019: 177]. Bundan anlaşılıyor ki, “el-kun” sözcüğü, “el” (halk) ve “kun” (güneş) sözcüklerinin birleşmesiyle oluşmuş bir sözcük sayılamaz; ya da, “el” sözcüğünün Eski Türkçe çokluk eki -gun ile birleşmesiyle oluşmuş bir sözcük de düşünülemez.
Burada şunu belirtmek gerekir ki, 7-12. yüzyıllarda yaratılan Türk yazılı eserlerine dayanan “Eski Türk Sözlüğü”nü derleyenler – VM Nadelyaeva, DM Nasilova, ER Tenisheva, AM Shyerbak – “Kutadgu bilig”deki yan yana gelen “el kun bo’dun” sözcüğünü çift sözcük olarak değerlendirmişler ve anlamını “halk” (narod) olarak açıklamışlar, ayrıca “el kun” biçimindeki sözcüğü “halk” olarak açıklamışlardır [DTS 1969: 169-170]. Aynı zamanda Oğuznoma’da geçen ” toprak atları ve insanları yuttu ” sözünü “atları ve insanları yedi” şeklinde tercüme etmişler ki, eski Türklerin “halk” ve “halk” kelimelerini “sayıları” ile anladıklarını göstermektedir. Bu noktada, çeşitli yazılı kaynaklardan alınan bilgilere dayanarak hazırlanan “Eski Türk Sözlüğü”nün ” el – 1. Aşiret birliği, kabile birliği; 2. Halk; 3. Devlet, idari birim” [DTS 1969: 168-169] ifadesini açıkladığı belirtilmelidir .
Eski Türkçe (Uygurca) “Oğuznoma”da “el-kun” sözcüğü birçok yerde geçmekte olup, eseri Özbekçeye çeviren B. İsabek bu bileşik sözcüğü “kishilar”, “insonlar”, “elu yurt”, “el-yurt” şeklinde yorumlamaktadır. “Oğuznoma”da bu kelimeye şu örneklerde rastlanmaktadır:
1) O ormanda garip bir ağaç vardı. Toprak atları ve insanları yuttu. Bedevi kötü bir çocuktu . Berka emgak günlük hayatıyla meşguldü – “O ormanda büyük bir gergedan vardı. Atları ve insanları yiyordu. Çok büyük, kötü bir yaratıktı. İşkence ve sıkıntıya neden oldu ve tüm ülkeyi acıya sürükledi”;
2) O zamanlar o kadar güzeldim ki, yeryüzündeki insanlar beni görüyordu. “Öyle güzelmişim ki: yeryüzündeki insanlar beni gördü”;
3) Halkın yüreğinde büyük bir hüzün vardı. ” Savaş sırasında halk derin ve yoğun bir üzüntüyle doldu . Savaş çok şiddetliydi”;
4) Oğuz Kağan, Urum Kağan’ın kağanlığını aldı, yurdunu, toprağını aldı;
5) Mavi gözlü bir erkek kurt geldi. Bu mavi kurt Oğuz Kağan’a dedim ki , “Şimdi ordunla buradan çık. Oğuz, çık ve halkı ve beyleri getir. Önce sana yolu göstereceğim.” Tekmeledi. “Mavi saçlı bir erkek kurt geldi. Bu mavi kurt Oğuz Kağan’a dedim ki: “Şimdi ordunla buradan defol git Oğuz! Atına binip milletleri ve prensleri boyunduruk altına aldı. “Ben sizin rehberiniz olacağım” dedi.
Örneklerden anlaşıldığı üzere, “Oğuzname”de “el-kun” kelimesini arayanlar, onu daha çok “el-yurt” anlamında açıklamaya çalışmışlardır. Ancak “Babürnâme” ve “Cengiznâme”deki bilgiler, bu kelimenin sadece bu şekilde açıklanamayacağını göstermektedir. Bu durum, Babür’ün verdiği şu bilgiye dayanarak daha da netleşir: ” Hısrev Şah, Kunduz halkından bağımsız olarak , Kabil’in büyüklüğüyle çıkacak ve ona ait olan halk ve ulus beş veya altı parçaya bölünecektir. Badahşan’dakiler bir parça olacaktır… ” [Babir 1960: 183]. Bu bilgi, “Boburnoma”nın yakın zamanda günümüz Özbek diline uyarlanmış baskısında yer almaktadır: ” Hisravşah Kunduz’dan Kabil’e doğru yola çıktığında, kabilesine bakılmaksızın, ona ait olan halk ve ulus beş veya altı gruba ayrıldı. Badakhşan’dakiler bir gruptu … ” [Boburnoma 136]. Burada “el-kun”un “Özbekleştirilmiş” olduğu ve “el-urug” şeklinde verildiği dikkati çekmektedir.
Burada şunu belirtmek gerekir ki, bugün olduğu gibi Zahiriddin Muhammed Babür zamanında da “yurt” kelimesi “halk” anlamında değil, “bir ülke, bir bölge” anlamında kullanılıyordu. “El”, “El-kun”, “ulus”, “yurt” kelimelerini birkaç kez zikreden Babür, bunların her birini ayrı kavramlar olarak kullanmıştır. Yukarıdaki açıklamada, Hüsrevşah’ın “el-kuni”ye aldırmadan Kâbil’e gittiğini, kendi yönetimi altındaki “el ve ulus”un 5-6 parçaya bölündüğünü, başka yerlerde ise Tepa denilen arazinin kendisine “yurt” olarak tahsis edildiğini yazmaktadır [Bobirnoma 1960: 136, 185].
“Baburnama”da verilen aşağıdaki bilgiler, “el-kun” kelimesinin anlamının “halk”tan çok bir hükümdar, bir prens veya bir komutana ait bir grup insan olduğunu düşündürmektedir: ” Mustafa, İbrahim’in ölümünden kısa bir süre önce öldü. Şeyh Bayezid onun küçük kardeşiydi. İbrahim kritik bir durumda olduğundan, hemen kardeşinin el-kun’una göz koydu ” [Baburnama 1960: 366]. “Boburnoma”nın Özbek tercümanları bu bilgiyi şu şekilde tercüme ettiler: “İbrahim’in yenilgisinden kısa bir süre önce Mustafa öldü. Şeyh Bayazid onun kardeşiydi. İbrahim önemli meselelerle meşguldü ve onu hemen kardeşinin halkının ve işlerinin başına getirdi” [Boburnoma 2019: 329].
Bu durumda, “kardeşinin halkı ve eseri” ifadesi, biraz daha belirsiz bir şekilde, “kardeşinin halkı ve eseri” şeklinde çevrilmiştir. Babür başka bir yerde şöyle yazıyor: “ Biz, Muqim’i ve Muqim’e ait insanları, malları ve mülkleriyle birlikte Kabil’den kovmak için Cahongir Mirza’yı, Nasir Mirza’yı ve büyük beyleri ve reisleri atadık. Muqim için ülke olarak Teba’yı atadık ” [Bobirnama 1960: 185]. Özbekçe baskısında bu bilgi şu şekilde çevrilmiştir: “Biz, Muqim ve akrabalarını malları bozulmadan Kabil’den dışarı çıkarmak için Jahongir Mirzo, Nasir Mirzo ve büyük beyleri ve iç akrabaları atadık. Muqim Tepa’yı ikametgahı olarak belirledik” [Boburnoma 2019: 138]. M. Salye, “ Muqimni va Muqimʻa taalluq el-kunni ” ifadesini “samogo Mukima i zavisya щ ix ot Mukima lyudey” (Muqim’in kendisi ve Muqim’e bağlı halk) şeklinde tercüme ederken [Baburname 1958: 151], RR Arat baskısında bu bilginin “Bundan dali Mukimʻi ve Mukimʻe mensûp” (Dolayısıyla Muqim ve Muqim’e bağlı halk) şeklinde tercüme edilmesi dikkat çekicidir [Baburname 1970: 197].
Kısacası, eserin farklı dillere tercüme edenlerin, “Babürneme”de geçen bu kelimeyi “el-kun” (birine ait olan kimseler), “birine bağımlı olan kimseler” şeklinde anladıkları anlaşılmaktadır.
“El-kun” kelimesi Altın Orda arasında da iyi biliniyordu ve Otamış Hacı’nın (16. yüzyılın ilk yarısı) “Babir-name” ile hemen hemen aynı zamanlarda yazdığı “Cengiz-name” adlı eserinde bu kelimeye şu bilgilerde rastlanmaktadır: Özbek Han, Altın Orda Hanı’nın hükümdarlığı ile ilgili gerçekleri ele alırken, “Mamai sağ elinden tutarak El-kun’u Kırım’a götürdü. Sol elinden tutarak Zer Kutli, Tengiz Buga Sir Nehri kıyısına götürdü. Han’ın kendisi saraydaydı . … O bölgenin Özbek Hanı, öfkelenerek, Yuçi Han’ın diğer zayıflığından dolayı zayıf düşen torunlarının El-kun’larıyla birlikte Astay’a bir ordu verdi; Astay öldükten sonra oğlu Zer Kutli kaldı ” diye yazıyor [Kafalı 2009: 128]. G., Özbekistan Cumhuriyeti Bilimler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü’nün elyazmaları koleksiyonunda bulunan “Çingiznoma” eserinin nüshasını Özbekçeye tercüme etti. Karim nüshasında bu bilgi biraz farklı bir şekilde sunulmuştur: 1) “ Kiyat Mamai sağ elini alıp onunla Kırım’a gitti. Sol elini ise Kiyat Jir Kutli’nin oğlu Tengizboğa, Sir Nehri kıyısına götürdü ”; 2) “ Özbek Han, öfkelenerek Qiyot İsatoy’a merhamet gösterdi ve bütün oğullarını aileleriyle birlikte orduya verdi ” [Otamish Haji 2009: 10, 31].
Anlaşılan Özbek Han, Cengiz Han’ın şehzadelerinin yaptıkları ve ilgisizlikleri karşısında öfkelenerek, Cuci Han’ın bir diğer eşinden olan torunlarını, “el-kunlari” ile birlikte, Kıyat boyuna mensup Astay’ın (İsatoy) ordusuna asker olarak göndermişti. Qiyat boyunun bir diğer mensubu olan Mamay, Altın Orda’nın sağ elini (sağ el yönetimini) de yanına alarak “el-kun”uyla Kırım’a gitti. Yani Cengizli prenslerin her birinin kendisine bağlı özel bir “halk grubu” vardı ki, “el-kun” dediğimiz şey budur.
Cengiz Han’ın Altın Orda tahtı için diğer Cengiz Hanlarıyla savaştığını ve onların “el-kun”unu esir aldığını vurgulayan Otamish Haji’nin şu sözlerinden bu çift anlamı daha net anlayabiliriz: “ Mamai’nin ordusu yenildi, kendisi esir alındı ve onu öldürdüler. El-kunin’i alıp Edil Nehri’nin ağzına getirdiler… Jonibek Han’ın yanında kalan denizcilerin çoğu Mamai’deydi. Mamai’yi öldürdükten sonra El-kunin’i ve denizcilerini ve tüccarlarını da alarak Sarai bölgesine geldi. Dasht bölgesindeki kibirli ve kendini beğenmiş bütün halk çaresiz kaldı ve kendileri gelip vasal ve denizci oldular ” [Otamish Haji 2009: 45].
Yukarıda da değinildiği gibi, J. Clawson “ulus”u “bağımsız bir yönetici tarafından yönetilen ve örgütlenen bir siyasi birim, birlik” olarak tanımlamıştır. Ortaçağa gelindiğinde bu kelime birkaç evreden geçerek “topluluk, kağanlığa tabi halk” anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Aynı zamanda bu kelime Orta Asya Türkleri tarafından sadece “halkımız, ülkemiz, devletimiz” anlamında değil, Ortaçağ’da olduğu gibi “kabile” anlamında da kullanılmaktadır: “Kungroat halkı”, “Nayman halkı” vb.
Osmanlı döneminde “Kutadgu Bilig”, “Oğuznâme” ve “Bobirnâme”de yer alan Oğuz metinleri, “el-kun” bileşik sözcüğünün ilk anlamının muhtemelen “halk, millet” olduğunu, “millet” kavramının anlamını güçlendirdiğini, ancak birkaç yüzyıl sonra – Cengizliler ve Timurlular döneminde – biraz daralarak “oğlon” (şehzade) veya hükümdar (hükümdar, komutan) yakın insanlarından oluşan bir topluluk anlamında kullanılmaya başlandığını göstermektedir . Burada, Daşti-Kıpçak, özellikle Kazak Hanlığı’ndaki Türk devletçilik tarihi konusunda derinlemesine araştırmalar yapan tarihçi ve oryantalist Bakıt Ejenhan’ın, “Cengiznoma”da geçen “el-kun” sözcüğünün günümüz Türk dillerinde neredeyse hiç korunmadığını vurgulayarak, bu sözcüğü Kalmıkçada “karaciğer (karaciğer)” anlamına gelen “elgn” sözcüğüyle bir tuttuğuna dikkat çektiğini belirtmek gerekir. Ona göre, Kazakçada yaygın olarak kullanılan ve saygı duyulan bir kelime olan “bav yr ” (bagir, bovur) terimi yakın akraba ve yakın akrabaları ifade etmek için kullanılır ve ortaçağdaki “el-kun” kelimesi de anlam olarak buna yakındır (B. Ejenkhan – G.B. ile sözlü görüşme). Bu görüşe katılmakla birlikte, Kalmıkçada ” elkn” kelimesinin karaciğer anlamına geldiğini belirtmek gerekir ; Bazı yerlerde “mide” ve “karın” kelimelerinin insan vücudundaki organlarla ilgili olma olasılığı daha yüksektir [Todayeva 2009: 369]. Özellikle bu kelimenin “elkn” veya “elkun” şeklinde tek bir kelime olmadığı, yazılı kaynaklarda sıklıkla “el” ve “kun” şeklinde geçtiği bilinmektedir. Ortaçağ yazılı kaynaklarında “el kun” veya “el-kun” şeklinde yazıldığı gibi, “eli kuni” şeklinde de yazılması, ayrıca Anadolu Türklerinde “elä gunä” (başa, başa) şeklinde kullanılması da bu sözcüğün kökeninin daha derinlemesine araştırılmasını gerektirmektedir.
Kanaatimizce bu kelime, Eski Türkçedeki “el” (halk, ülke, devlet) sözcüğü ile eş anlamlı olan “kun” (gün) (halk) sözcükleriyle eş anlamlı sayılabilir, ancak aralarında bazı farklar vardır. Bazı araştırmacılar, Türklerin ilk devleti olan Hun (Xunnu) krallığının kurucuları olan “xun” terimini, Altay dillerine özgü *xun ~ *kun (gün) sözcüğüyle ilişkilendirerek, bu sözcüğün sözlük anlamının “halk, insan” olduğunu vurgulamaktadırlar. Bileşik kelime olan “el-kun”un ikinci kısmını – “kun” – bu kelimeyle ilişkilendirmek daha doğru olmaz mıydı? Düşündürüyor. Kanaatimizce başlangıçta birbirinden az da olsa farklı olan bu kavramlar zamanla birleşerek ilişkili sözcükler haline gelmiş ve eş anlamlı (aynı anlamı taşıyan) dönüşmüş sözcüklere dönüşmüştür. Türkler Orta Çağ’da “el-kun” kelimesini, “el” kelimesinin geniş anlamından farklı bir terim olarak anlamış ve “bir hükümdara veya prense ait bir topluluk”, “bir askeri topluluk”, “bir askeri lidere bağlı ve onun yakın çevresi haline gelen bir topluluk” anlamına geldiğini düşünmüşlerdir.
Kısacası, Türk halklarının ve milletlerinin binlerce yıl boyunca onlarca büyük siyasal birliktelik oluşturması, dillerine devletçilikle ilgili pek çok sosyo-politik ve askeri terim katmıştır. Dolayısıyla yazılı eserlerde bulunan pek çok benzer kelimenin derinlemesine incelenmesiyle Türk devletçiliğinin bu denli güçlü bir konuma gelmesinin kökeninde nelerin yattığını anlamak mümkün olacaktır.
Gaybulla BABAYOR,
Tarih Bilimleri Doktoru, Profesör
Referanslar:
Babür-name. Babura’nın notları. Çeviri: M. Salye. Taşkent, 1958.
Eski Türk Sözlüğü / Ed. VM Nadelyaeva, DM Nasilova, ER Tenisheva, AM Sh. Yerbaka. L.: Fen, 1969.
Zahiriddin Muhammed Babir. Babürname. P. Shamsiyev, S. Mirzayev tarafından yayına hazırlanmıştır – Taşkent, 1960.
Zahiriddin Muhammed Babür. Babürname (modern Özbekçeye çevirisi). “Boburnoma”yı günümüz Özbekçesine çevirenler: V. Rahmon, K. Mullakho’jayeva’dır. Editörlüğünü M. Sa’di yapmıştır. – Taşkent: 2019.
Zahiriddin Muhammed Babür. Babürnâme. P. Shamsiyev S. Mirzayev ve E. Mano’nun yayınlarına dayanarak yeniden basılmıştır. Hazırlayan: S. Hasanov. Genel Yayın Yönetmeni: V. Rakhmonov. Taşkent: Şark, 2002.
Kaşgari, Mahmud. Türkçe Sözcükler Sözlüğü (Devonu lugʻotit turk) / Çevirmen ve editör SM Mutallibov. 1. kat. Taşkent: Bilim, 1960.
Kaşgari, Mahmud. Türkçe sözlük. Dizin-sözlük. G. Abdurakhmonov ve S. Mutallibov’un katılımı ve editörlüğünde. Taşkent: Bilim, 1967.
Todayeva BX “Djangar”ı arıyorum. Kalmık – Rusça sözlük. Elista: Gerel, 2009.
Otamish Hacı bin Muhammed Dosti. Otamish Hacı’nın tarihi. Editörü ve önsözün yazarı G. Karim’dir. Taşkent: Özbekistan Ulusal Modern ve Çağdaş Sanat Enstitüsü, 2009.
Oğuzname. B. Isabek tarafından yayıma hazırlanmıştır. Taşkent: Özbekistan, 2007.
Ağca F. Uygur Edebiyatında Oğuz Kağan Destanı. Metin-Çeviri-Notlar-Dizin-Daktilo. Ankara: TKAE, 2019.
Arat RR Baburnâme (Babür’ün Anıları). Cilt I–II. Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı, 1970.
Clauson SG On Üçüncü Yüzyıl Öncesi Türkçenin Etimolojik Sözlüğü. Oxford, 1972.
Kaynak: 26 Mart 2025, https://oyina.uz/uz/article/3616
Türklerde devlet ve halk kavramlarının incelenmesi
Yorum Yaz