e
sv

Priskos’un Eserinde Yer Alan Türk Adetleri

01 Ekim 2025 22:48
avatar

admin

  • e 0

    Mutlu

  • e 0

    Eğlenmiş

  • e 0

    Şaşırmış

  • e 0

    Kızgın

  • e 0

    Üzgün

Priskos’un Eserinde Yer Alan Türk Adetleri

Avrupa Hunlarının tarihi hakkında önemli bilgiler veren Priskos, Propontis (Marmara Denizi) kıyısında Panium olarak adlandırılan yerde dünyaya gelmiştir. 410-420 yılları arasında doğduğu tahmin edilen Priskos’un 472’de öldüğü düşünülmek­tedir. İmparatorluk memuru Maximinus ile kurduğu dostluk sayesinde İmparator II. Theodosius (408-450) tarafından 449 yılında Attilla’ya gönderilen elçilik heyetinde yer almıştır. He­yette aktif rol alan Priskos, Theodosius’a kızgınlığı sebebiyle elçileri kabul etmek istemeyen Atilla’yı ikna etmiş ve elçileri kabul etmesini sağlamıştır. Elçilik görevinden sonra 8 ciltlik bir eser yazmıştır. Eserinde sadece Doğu Roma İmparatorluğu değil, çeşitli devletlerden ve topluluklardan da bahseden Priskos, aktardıkları ve anlatımıyla kendisinden sonra gelen Iordanes, Evagrius, Ioannes Malalas, Theophanes gibi önemli Doğu Roma tarihçilerini etkilemiş, eserlerinde kendisinden yazar, tarihçi olarak bahsedilmiştir.

Eserinde başta Hunlar olmak üzere çeşitli topluluklar hakkın­da birçok olumsuz ifade kullanan Priskos’un neden böyle bir tutum izlediği düşünüldüğünde, yaşadığı dönem ve öncesin­deki siyasi olaylardan dolayı olduğu görülür. III. yüzyılda en geniş sınırlarına ulaşan Roma İmparatorluğu, bu yüzyılın ikinci yarısından itibaren hızlı bir çöküş sürecine girmiştir. İmparatorluk, egemenliği altındaki Gotlar, Alanlar başta olmak üzere çeşitli topluluklarla yoğun mücadelelere girişmiştir. Yaşanan bu sancılı süreç sonucunda 285 yılında İmparator Diacoletian yönetimi kolaylaştırmak amacıyla imparatorluğun ayrılma sü­recini başlatmıştır. IV. yüzyılda İmparator Konstantin Byzantium (Konstantinopolis/İstanbul) kentini imparatorluğun yeni başkenti ilan etmiş ve 395’te I. Theodosius’un ölümü ile Roma İmparatorluğu Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmıştır.

Roma, bu çalkantılı dönemi yaşarken evvelden Asya’da bulu­nan Hunlar, III. yüzyılda devletlerinin sona ermesiyle batıya doğru göç etmeye başla­mış, Aral Gölü ile Kafkas Dağları’nın kuzeyi arasın­daki sahaya yerleşmişlerdir. Hunlar daha sonra tekrar batı yönlü harekete geçmiş ve 374’te Volga kıyılarında yoğunlaşmışlardır. Bura­da Ostrogotlarla yaptıkları savaşta onları yenilgiye uğratmışlardır. Hunlar ardından Vizigotlarla mücadele etmişlerdir. Onları baskı altına alarak batıya göç etmelerini sağlamışlar; böylece Avrupa’nın siyasi ve etnik çehresini değiştiren ünlü Kavimler Göçü’nü başlatmışlardır. İlerleyen yıllarda bazı Germen topluluklarını da itaat altına alan Hunlar, Balkanlardan Avrupa’nın içlerine dek uzanan bir egemenlik tesis etmişlerdir.

Uldız, Karaton ve Rua dönemlerinde Doğu ve Batı Roma ile yoğun diplomatik ve askeri mücadele­lerde bulunan Hunlar, Attila’nın önderliğinde en güçlü dönem­lerine ulaşmışlardır. Hunların Avrupa’da büyük bir egemenlik kurmasını hiçbir Romalı kabullenememiştir. Priskos, Antik Yunan’dan gelen bir asabiyet ve anlayışla, tıpkı diğer Romalılar gibi, Hunları “barbar” olarak nitelendirmiştir. Ancak onun bu olumsuz özelliğine rağmen eseri, V. yüzyıldaki Hun faaliyetle­rinin ana kaynağı olmuştur. Hun adetleri ve kültürü hakkında da önemli bilgiler veren Priskos, eserinde o dönem Romalılar­la ilişkide bulunan Ogur, Onogur, Sarı Ogur ve Akhunlardan bahsetmiş, Türk boylarının Avrupa’daki dağılımı hakkında gü­nümüze ışık tutmuştur.

Tarihin ilk devirlerinden itibaren teşkilatçılıklarıyla diğer millet­lere karşı her zaman üstün olan Türkler, kurdukları devletlerle ve gerçekleştirdikleri siyasi teşkilatlanmalarla dünya tarihinde önemli rol oynamış, yönetim alanında diğer milletlere örnek olmuşlardır. Bu durum, onların devlet yönetiminde temel al­dıkları töre adlı kanunlardan ve uygulamalardan kaynaklan­mıştır. Törelere sıkı sıkıya bağlı oldukları bilinen Hunlar, bu özelliklerini Avrupa’da da sürdürmüşlerdir. Hun topraklarını gezen Priskos da şahit olduğu töreleri eserine aktarmıştır.

Mü­verrih eserinde, Doğu Roma ve Hunlar arasında imzalanan Margus Antlaşması gereği Romalıların, Hunlardan kaçan ve yönetici sülalesinden gelen iki kişiyi onlara teslim ettiğini; Hunların da kaçakları halkın gözü önünde çarmıha gererek öldür­düğünü bahsetmiştir. Priskos, eserinin ilerleyen sayfalarında da benzer bir olayı anlatmıştır. Aralarında yönetici sülalesine mensup bazı kişilerin de bulunduğu ve Atilla emrinde askerlik yapmayı reddetmiş bir grup Hun kaçağının, Doğu Romalılara sığınmıştır. Yaşanan bu olayı unutmayan Atilla ise Gelibolu’da Doğu Romalılarla imzalanacak barış antlaşmasında kaçakların iadesini şart koşmuştur. Antlaşmanın gerçekleşmesini isteyen Doğu Romalılar ise kaçakları Hunlara teslim etmişler, Hunlar da orada kaçakları infaz etmiştir.

Hunların ülkeden kaçanlara karşı gösterdiği bu sert tutum, ta­rihin ilk devirlerinden itibaren Türklerde var olan yurda, va­tana bağlılık, devlete itaat bilincinden ve devlete, orduya baş kaldıranların cezalandırılması töresinden kaynaklanmaktadır. Göktürk Yazıtlarında “Ey Türk halkı kötü huyundan vazgeç ve pişman ol! İtaatsizliğin yüzünden seni besleyip doyurmuş olan akıllı hakanın ile bağımsız ve müreffeh devletine karşı kendin hata ettin ve nifak soktun” dizeleriyle yer bulan dev­lete itaat anlayışı, Türk devletlerinde vazgeçilmez kural ol­muştur. Hali hazırda büyük bir suç olan devlete itaat etmeme, başka devletlere sığınma durumu gerçekleştiğinde affedilmez bir hale gelmiştir. Bu eylemi gerçekleştirenler her daim, kim olurlarsa olsunlar yöneticiler tarafından takip edilmiş, sığın­dıkları devletlerden istenmişlerdir. Atilla’nın yaptığı bu tutu­mu, Roma’ya sığınan kaçakları talep eden Avar Hakanı Bayan başta olmak üzere, çeşitli Türk hükümdarları gerçekleştirmiş, en son örneği de kendisine isyan eden Şehzade Bayezid’i talep eden II. Selim olmuştur.

Türk töresiyle ilgili Priskos tarafından anlatılan bir başka du­rumsa devletin üst kademelerindekilerin hükümdara olan bağlılığıdır. Eserde, Hun komutanı olan Edekon’un Romalı­lara Atilla’nın mektubunu getirdiğinde, Romalıların Edekon’a kendi saflarına geçmesi için yüklü miktarda para teklif ettiği ve Atilla’ya karşı suikast düzenlemelerinde yardımcı olmalarını istedikleri aktarılmıştır. Edekon bu teklifi “Beyden habersiz kö­lenin ayrılıp gitmesi büyük adaletsizliktir” sözüyle reddetmiş, ardından Romalıların üstelemesi karşısında kabul etmiş gözük­müştür. Ülkeye döndüğünde olayı Atilla’ya detaylıca anlatmış­tır. Romalılar, başarısız girişimin benzerini Atilla’nın bir diğer komutanı Onegesius’a yapmış, o da “Romalılar böyle tatlı dille benim kandırılabileceğimi, efendime hıyanet edebileceğimi mi zannediyorlar? İskit terbiyemi, hanımlarımı, çocuklarımı, so­yumu unutarak Atilla’nın yanında hizmetçi olmayı Romalılar nezdinde zengin bir adam olmaya tercih mi edeceğim?” ceva­bıyla reddetmiştir.

Bu olayın benzeri, Gök Türkler döneminde Çinliler tarafından benzer şekilde tatbik edilmiştir. Orhun Ya­zıtlarında bu durum, Çinlilerin hakana karşı halkı isyana teşvik ettiği, ancak Türklerde hükümdara bağlılığın esas olduğundan gerçekleşmediği şeklinde anlatılmıştır. Türklerde hakana yönet­me yetkisinin Tanrı tarafından verildiğine inanılmakta ve milli kültüre ait inançlara, töreye, ananelere kutsiyet aktarılarak bun­ların korunmasında çok hassas davranılmaktadır. Zira bağım­sızlık yalnız idareciler tarafından değil halk tarafından da ortak bir şuur halinde yaşatılmış, bağımsızlığın temel şartlarından birisi de devleti, milleti nizama sokmaya çalışan hakana itaat olmuştur.

Priskos’un eserinde o dönem Türklerinde devlet yönetiminde tarafsızlık ve adaletin temel olduğu, iyi savaşan herkese eşit davranıldığı ve yöneticilerin halkın şikâyetleri karşısında başvuru merci, baş hâkim görevinde olduğunu gösteren durumlar anlatılmıştır. Bunların başında, Grek birisiyle yaptığı sohbet gelmektedir. Köye Romalı Priskos’un geldiğini duyan bir Grek yanına gelmiş ve onunla Yunanca konuşup ona hayat hikâyesi­ni anlatmıştır. Grek, Hunların, Mysorum adlı şehri fethettiğin­de esir düşmüş ve Onegesius tarafından köle olarak seçilmiştir. Onegesius’un emrinde Romalılara ve Akatirlere karşı savaşan Grek, bu savaşlarda üstün yararlılık göstermiş ve bundan do­layı her savaşçı gibi ganimetten pay almıştır. Aldığı ganimeti Onegesius’a vererek özgürlüğüne kavuşmuş ancak Hunlardan gördüğü davranışlar sebebiyle onlarla yaşamaya devam etmiş­tir.

Priskos’a Romalılarda görmediği adaleti, eşitliği ve insani davranışı Hunlarda gördüğünü överek anlatmış, Romalıların bu konularda Hunlardan geri kaldığını belirtmiştir. Grek’in bir esir olduğu halde savaştan pay alması ve bu sayede özgürlüğüne kavuşmasında Türklerdeki ordu-millet anlayışı yatmaktadır. Bu anlayış sonucu kadın-erkek, genç-yaşlı, Türk-yabancı, kısacası toplumdaki herkes gerektiğinde orduda yer almıştır. Bu anlayış “Türk asker doğar, asker yaşar ve asker olarak ölür.” sözüyle kültürde yerini almış, savaşlarda faydalı veya zararlı olanlara mutlaka karşılığı verilmiştir. Öyle ki, iyi savaşan düşman bile olsa saygı duyulmuştur. Bu durumun örneği Avarlarca gerçek­leştirilmiştir. Bulgaristan’ın Filibe şehrini kuşatan Avar Hakanı, şehir halkının cansiparane şehri savunduğunu görünce, şehir halkının cesaretine saygı duyarak kuşatmayı kaldırmış ve gö­nüllü olarak savaştan çekilmiştir.

Eserde yer alan bir diğer dini âdeti gösterense Hunlar ve Doğu Roma elçileri arasında yaşananlardır. Buna göre, Doğu Roma topraklarında yaşayan Margus piskoposu, Hun sınırına gir­miş ve bir Hun Hakanı’nın mezarındaki hazineleri çalmıştır. Bu olay Hunlar tarafından affedilemez görülmüş, piskopo­sun kendilerine teslim edilmesini istemişlerdir. Ancak Doğu Romalılar piskoposu teslim etmemişlerdir. Bu tutum üzerine Hunlar, Romalılara savaş açmıştır. Hunların savaşmasına sebep olan hakanın mezarındaki hazineler, Türklerin eski dini Gök Tanrı inancından kaynaklanmaktadır.

Eski Türk dininde insa­nın ölümden sonra dirileceğine inanılmış, bu sebeple sonraki yaşamda rahat etmesi için değerli eşyaları, atları, hizmetçile­ri hatta eşleriyle birlikte gömülmüşlerdir. Bu konuda, M.Ö. III. yüzyıla ait bir Çin kaynağında, Türklerin ölülerini iki katlı bir tabut içine koyup değerli kumaşlarla gömdükleri anlatılır.

Sonuç olarak; Atilla’ya elçi olarak giden ve gözlemlediği, karşı­laştığı veya duyduğu Türk adetlerini dönemin siyasi olaylarıyla birlikte eserinde belirten Priskos eserinde bunları aktarırken yerici bir tavır kullanmış, Türkleri barbar gören bir ruh ha­line bürünüştür. Ancak bu olumsuz özelliklerine rağmen ge­rek Atilla’yı gören ve tasvir eden tek müverrih olmuş, gerekse V. yüzyılda Hunların durumu hakkında diğer o yüzyıllara ait hiçbir kaynakta yer almayan siyasi ve kültürel açıdan detaylı bilgileri veren kişi olmuştur. Onun aktardığı bilgiler ışığında Hunların Avrupa’daki durumu aydınlatılmış, o dönemin Hun toplumunun ne şekilde bir yaşantı sürdüğü, Doğu ve Batı Ro­malılar başta olmak üzere diğer Avrupalı topluluklarla ne şe­kilde bir siyasi ilişki yaşadığı ve devletin nasıl bir şekilde sona erdiği, Hun toplumunun bu sona eriş sürecinde neler yaptığı anlaşılmış, Hunlar hakkındaki sis perdesi önemli derece ara­lanmıştır. Zira yazarın aktardığı bu bilgiler son yüzyılda Av­rupa’da bulunan arkeolojik verilerle de desteklenmiştir. Bütün bunlara ek olarak müverrihin aktardığı Hun adetlerinin önemli bir kısmının daha sonraki yüzyıllarda yaşamış ve çeşitli Türk topluluklarını ziyaret eden seyyahlar tarafından eserlerinde yer almıştır. Gerek Priskos’un gerekse seyyahların aktardığı ve bi­rebir benzerlik gösteren bu kültürel doneler Türk kültürünün kaynağı, yaşadığı süreç ve dünyaya yayılımı, temel niteliklerinin neler olduğu hakkında günümüz tarihçilerine önemli bilgiler sunmaktadır.

Muğla Sıktı Koçman Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Doktora Öğrencisi

Alıntı Kaynak: Aksaray Üniversitesi, Genç Kalemler Dergisi, Sayı: 2

TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI

source

etiketlerETİKETLER
Üzgünüm, bu içerik için hiç etiket bulunmuyor.

Sıradaki içerik:

Priskos’un Eserinde Yer Alan Türk Adetleri