TÜRKÇE KIBRIS BASININDA MİLLİ İKTİSAT-MİLLİ BURJUVAZİ YARATMA ÇABALARI 2020 09, 18:08
Kıbrıs’ta Milli İktisat ve Milli Burjuvazi konusunda yapmış olduğum çalışmada kullandığım malzemenin, bu güne kadar...
Kıbrıs’ta Milli İktisat ve Milli Burjuvazi konusunda yapmış olduğum çalışmada kullandığım malzemenin, bu güne kadar Kıbrıs tarihi üzerine yapılmış araştırmalara hiç yansımamış olduğunu belirtmek durumundayım. Çalışmada, eski harfli Türkçe basında yer alan makale ve haberlerden yola çıkarak, Kıbrıs’ta Milli İktisat ve Milli Burjuvazi, daha doğru bir anlatımla, adada Türk Milliyetçiliğinin oluşturulması çabalarını işleyeceğim. Bu konuda KKTC Ulusal Arşivi’nde yer alan malzeme, oldukça önemli bir külliyat oluşturmaktadır ve bu malzemeyi dönemsel olarak tasnife tâbi tuttuğumuzda, dört ana evreye ayrılmaktadır.
- 1878’de Kıbrıs’ın İngiltere’ye teslimi sonrasında 1891’de yayınlanmaya başlayan ilk Türkçe gazetelerden 1908’e kadar gelen ve İstibdat olarak adlandırılan dönem.
- 1908 sonrası II. Meşrutiyet’ten 1919’a kadar gelen dönem.
- Türk Milli Mücadele döneminde Kıbrıs basını.
- 1923 Osmanlı sonrası dönem.
Yukarıdaki sınıflandırmada, özellikle üçüncü ve dördüncü döneme ilişkin malzemede önemli yoğunluk yaşandığı, bu zengin malzemenin bir bildiri kapsamında değerlendirilmesi mümkün olmadığı için yalnızca İstibdat ve Meşrutiyet Dönemi’nde Milli İktisat’ın oluşturulma çabalarını işleyeceğim.
Millet ve Milliyetçilik, tanımlanması oldukça zor kavramlar olmasının yanı sıra, çok farklı biçimde tanımlamalar da yapılabilmektedir. Millet ve Milliyetçiliğin oluşumu genelde iki formda açıklanmaktadır. Bunlardan ilki, kendiliğinden oluşan, tarihsel süreç içinde ve belli bir amaçtaki gelişmelerin sonucunda meydana gelen ve daha çok iktisadî temele oturan, ikincisi ise siyasal yönlendirmelerle, yukarıdan empoze edilen oluşumdur.[1] Ulus devlet, sosyologların belirttiği gibi kapitalizm ile gelişen bir süreçtir.[2] Kapitalizm yaşayabilmek için kendisine ait iktisadî alanlar inşa eder ve kurallar oluşturur. Yarattığı iktisadî alanda aynı ölçüde, aynı paraları geçerli kılarak, sabit kur sistemi yaratmaya başlar ki, burası ulusal bir pazar haline gelir. Yani daha ulus dediğimiz sosyal oluşum gerçekleşmeden önce ulusal pazar meydana gelir ve sonuçta ulusal pazar dediğimiz alanda iktisadın zorunlu birleştiriciliği ulusu inşa eder.[3]
Gerçekleştirdiğim çalışmanın coğrafi mekanı olan Kıbrıs, 18. yy.’ın sonlarından başlayarak, tüm 19. yy. boyunca devam eden ve günümüzde hâlâ süregiden Milliyetçi çatışma ve tartışmaların yaşandığı bir arena konumunu sürdürmektedir. 1571’de adanın Osmanlı Devleti tarafından fethedilmesinden, İngilizlere devredildiği 1878 yılına kadar üç yüz yılı aşkın bir süre birlikte yaşayan Türk ve Rum nüfus, ortak bir bilinç geliştirmekten uzak oldukları gibi, tarihsel birlikteliklerinde önemli fark ve ayrılıkların oluştuğu görülmektedir. Her şeyden önce yapılması gereken en önemli tespit, tüm Osmanlı coğrafyasında olduğu gibi, Kıbrıs’ta da Rum nüfusun kapitalistleşmeye en yakın millet olduğu, Müslüman Türklerin ise toprağa bağımlı ve feodal yaşam biçimine daha yakın olmaları nedeniyle kapitalizmden uzak olduklarıdır.
Bilindiği üzere, kapitalistleşmenin, yani sermaye birikiminin ilk adımı ticaret sermayesi sayesinde atılmaktadır. Osmanlı devlet düzeninin sonucu olarak, Türkler çoğunlukla tarım, Rumlar daha çok ticaretle uğraştıkları için, bu devlette ilk önce kapitalistleşen, doğal olarak ulus kavramı ile tanışıp, ulusal devletlerini kurma yolunda ilk girişimde bulunanlar Rumlar olmuştur.
1571’de adanın Osmanlı egemenliğine girmesinin ardından Latin kökenli Katoliklerin adadan uzaklaşmasının hemen sonrasında, ticari ve ekonomik yaşamda Ortodoks Rum toplumuna çeşitli ayrıcalıklar verilmiş, bu sayede ada Rumları Larnaka’da kurdukları ticari ilişkiler sayesinde, kısa sürede dinamik bir nitelik haline gelmişlerdir.[4] Ayrıca Osmanlı yönetimi 1573 yılında önce Vendiklilere, ardından da İngiltere ve Fransa’ya kapitüler haklar tanıyarak, yabancılara adada yerleşme ve serbestçe ticaret yapma iznini vermesiyle, aracılık rolünü üstlenmeye başlayan Rumlar kısa bir süre içinde adanın faal tüccarları arasına girmişlerdir.[5]
Bu arada Osmanlı Devleti’nin 1571 sonrası adaya gönderdiği Türklerin çoğunluğu, fakir köylüler ve göçebelerden oluşmakta, bu kitle arasında bir miktar esnaf ve zanaatkâr ile memurlar yer almaktaydı. Adadaki iki toplumun birlikte yaşamaya başladığı andan itibaren, iktisadî etkinlik açısından aralarında önemli bir fark olduğu sonucu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Ancak farklılaşma yönündeki en keskin ayrımı 1838 tarihli Osmanlı-İngiliz ticaret antlaşması hazırlamıştır. Bu antlaşmanın yabancılara sağladığı kolaylıklar, başta İngilizler olmak üzere yabancı tüccarların Osmanlı liman kentlerine akmasına zemin hazırlamıştır. Osmanlı liman kentlerinin canlanması ve gelişen ticaret ortamında yabancılarla kolay ilişki kuran başta Rumlar olmak üzere, Osmanlı gayri müslimleri, önemli avantajlar elde ederek, Müslüman Türk kitle karşısında ayrıcalıklı bir konuma ulaştılar. Bu gelişmeyi Kıbrıs özelinde değerlendirdiğimizde; yabancı tüccarlar, tüm Osmanlı coğrafyasında olduğu gibi, Kıbrıs’ta da Rumları doğal işbirlikçi tarzında hazır bulup, hemen onlarla ilişkiye girmişlerdir. Adadaki bu oluşumlar, nüfusun farklılaşmasını hazırlamış, 19. yy. ortalarından itibaren Müslüman-Türkler siyasi egemenliği elinde tutup, bürokratlar geniş topraklarıyla yetinirlerken, Rumlar iktisadî zenginlik ve egemenliği ele geçirmişler, Kıbrıs’ta Rum, Ermeni ve Museviler ticari faaliyetleri denetlemeye başlamış ve bilinçli bir burjuvazi sınıfı oluşmuştur.[6]
Kıbrıs’ta üst düzey yönetici ve memur konumunda bulunan Türkler, geniş topraklara sahip iken, Kıbrıs Türklerinin büyük çoğunluğu küçük topraklı çiftçi ailelerden ibaretti. 1838 sonrası kapitalistleşmenin hız kazanmasıyla, değer birimi doğal olarak topraktan paraya doğru yönelince, ada Türkleri süratle fakirleşmeye başlamışlardır. İngilizlerin adanın yönetimi ele geçirmesinden hemen sonra, The Times gazetesi muhabiri Thomas Brassey, yayınladığı bir yazıda Rumların refah düzeyinin Türklere oranla çok yüksek olduğunu belirterek, gözlemlerini şöyle aktarmıştır:
“…Rumlar endüstri ve ticarette hızla ilerlemekte, zenginleşmekte ve aslında istedikleri her şeyi satın alabilecek bir durumda bulunmaktadır.”[7]
Kapitalizmin dünya lideri İngiltere, 1878’de adayı ele geçirince, doğal olarak ticarette bir gelişme sağlandı ki, bu da burjuvazi ile birlikte Rum milliyetçiliğini daha da pekiştirdi. İngiliz yönetiminin adaya gelmesiyle birlikte, Kıbrıs artık Osmanlı Devleti’nin pre-kapitalist ekonomik yapısının etkisinden çıkarak, kapitalist sisteme dahil olmuş, Türkler ise yeni yapılanmanın dışında kaldığı için, fakirleşmeleri hızlanmıştır.
25 Haziran 1894 tarihinde yayınlanan Kıbrıs[8] gazetesindeki bir haber, on altı yıllık İngiliz idaresinin tablosunu yansıtmaktadır: “İdarenin değişmesinden itibaren ada Müslümanları her açıdan mahrumiyete düşerek, sefalete giriftar oldukları gibi, hiçbir yerden de yardım alamamaktadırlar ve halkın eski hakları zayi olmaktadır. Öncelikle Meclis-i Kavanin oluşturuldu ve Rumların nümayişleri sonucunda Meclis, nüfus oranı gözönüne alınarak, 9 Rum, 6 İngiliz ve 3 Türkten meydana getirildi. Seneden seneye İslam nüfus azaldı, memuriyetle geçinen yüzlerce ahali mahrum edildi, bir çoğu göç etmeye başladı ve bir çoğu da fakr ü zarurete duçar oldu. Maarif-i İslamiye tamamen çöktü. Müslümanlar için memuriyet kapısı tamamen kapatıldı, işine son verilen Türklerin yerine Rumlar getirildi. Bütün evraklar İngilizce ve Rumca yazılmaya başlandı. Belediye idaresinde Müslüman nüfus istihdam edilmedi. Polis idaresinde Müslümanlar can siperane hizmet etseler de hiçbir mükafat ve terakkiye ulaşamadılar.”[9]
Adanın İngiliz egemenliğine girmesi sonrasında yaşanan değişimler, adada yaşayan Müslüman- Türk kitle için katlanılması güç sonuçlar yaratmıştır. Öncelikle siyasal açıdan değerlendirdiğimizde, kira yoluyla adanın emperyalist bir ulusa devredilmesi, Osmanlı tarihi içinde benzeri görülmemiş bir vakıaydı ve adada kalan nüfus ne yapacağını bilememekte ve saf dillikle eninde sonunda bir gün adanın Osmanlı Devleti’ne iade edileceğine inanmaktaydı. Ada Türkleri için öteki olan Rum nüfus ise, burjuvalaşmanın getirisi ile tarihsel ideali olan Yunanistan ile birleşme tutkusunu arttırması ve İngiliz yönetimi sayesinde bu idealine daha rahat ulaşabileceğine inanmasıyla, bu isteklerini daha kuvvetli dillendirmeye başlamışlardı ki, Rumların bu istenci Türkler için kabul edilemez bir şeydi. Bunlardan başka ada Türkleri için zor olan bir şey daha vardı; Yönetim Müslümanlardan Hıristiyanlara geçmişti. Adanın gerçek sahibi ve mutlak yöneticisi iddiasındaki Türklerin yönetimi yitirmeleri ile kendilerinin yok edilmek istendiği psikolojisine kapılmışlardır. Çünkü çok kısa bir sürede topraklarını, zenginliklerini ve yöneticilikten kaynaklanan ayrıcalıklarını yitirmeye başlamışlardı.
Adanın Müslüman-Türk halkının içine düştüğü yılgınlıktan, umutsuzluktan kurtarılarak, onlara yeni bir hayat görüşü aşılamak gerekliydi, ancak bunu kim yapacaktı? Bunu II. Abdülhamit’in istibdadı nedeniyle Osmanlı sınırları dışında örgütlenen Jön Türkler, diğer bir deyişle İttihatçılar üstlenecekti. Bir kere Kıbrıs adası Osmanlı topraklarına çok yakın olmakla birlikte, Osmanlı Devleti’nin denetiminin olmadığı bir yerdi, bu yüzden İttihatçılar düşüncelerini burada olgunlaştırıp, uygulama sahasına koyabilirlerdi.
Adada yaşayan Jön Türkler, kendileri için rakipleri olan Rumların zenginliğini ve bu zenginlikten de Milliyetçiliğin kaynaklandığını fark etmişlerdi. Bu yüzden rakipleriyle mücadele edebilmek için zenginleşmek gerektiğini, toprağın artık tek başına servet kaynağı olmaktan çıkıp, onunla birlikte ticaret ve sanayiye büyük önem verilmesi gerektiğini yaşayarak anlamışlardı. Çalışmaya esas olacak belgelerin değerlendirilmesine 20 Ekim 1920 tarihli Ankebut gazetesinde yayınlanan bir şiir ile başlamak istiyorum.
Köylü Ağzından;
Ne İsteriz!
Adam akıllı bir vaiz,
Malumat-ı Ticariyeyi haiz
Tetkik eylesin ahvalimiz
Bakalım neye muhtacız!
1893 yılında adada yayın hayatına başlayan ve bir anlamda İttihatçıların yayın organı konumundaki Kıbrıs gazetesi, Türklerin iktisadî zenginliğe ulaşabilmeleri için kılavuz rolünü üstlenmiş ve yayın hayatı boyunca bu politikayı izlemiştir. Burada şu tespiti de yapmak durumundayız; Kıbrıs gazetesinin 1890’lı yıllardaki yayınlarında ısrarla üzerinde durduğu Türklerin müteşebbis olması, liberalizm, zenginleşme, dayanışma, pozitivist eğitim gibi kavramlar, İttihat ve Terakki’nin 1908 II. Meşrutiyet sonrası Osmanlı Devleti’nde dile getirebildiği ve 1912 Balkan Savaşı sonrası uygulamaya koyabildiği Türk Milliyetçiliği politikasından başka bir şey değildir. Kıbrıs’ta yaşanan özel süreç ve yok olma korkusu, milli iktisada ihtiyaç duyulmasına ve bunun imparatorluktan daha erken yaşanmasına neden olmuştur. Ancak basının milli iktisat ve sonrasında milli burjuvazi yaratma gayretleri, tek boyutlu olduğu; Müslüman-Türk ahalinin bilinçsizlikten ötürü böyle bir talebi olmadığı, hatta tepki bile vermediği gibi bir durum yaşanmaktadır.
Milli İktisat
Milli İktisat konusunda Kıbrıs gazetesinde yayınlanan ve araştırmam sırasında ulaşabildiğim ilk yazı 24 Nisan 1893 tarihlidir. Bu yazıda; bir memlekette umumi servetin temininde ticaret ve ziraatın ne derece rolü varsa, sanayi dahi en az onlar kadar önemlidir ve bir mahalde ticaret ve ziraat ne kadar himaye olursa, sanayi dahi o nispette himaye ister görüşü savunulduktan sonra, himayenin ya hükümet ya da halk tarafından gerçekleştirilebileceği vurgulanarak aşağıdaki sonuca varılmıştır: “Bizde hükümet kendi üzerine düşen himayeyi esirgediği inkâr olunamaz. Fakat maatteessüf itiraf etmek iktiza eder ki, halkımız tarafından bu konuda sergilenen rağbet ve yardımın derecesi pek sınırlı, hatta yok denecek derecededir. Adada sanayiin himayesi için gereken gayret bittabii hükümetten ziyade ahali tarafından gösterilmelidir.”[10]
Aynı yazının devamında, Kıbrıs’ta üretilen zirai, dokuma ve dericilik gibi sınai ürünlerin geliştirilmesine ve üretiminin arttırılmasına hiç önem verilmeyip, köhnemiş sistemlerle üretim yapılarak, çok vakit ve emek harcandığından, maliyetin yükseldiği, bu yüzden herkesin Avrupa mamullerini tercih etmeye başladığı için Kıbrıs’ta üretimin tamamen çökme durumuna geldiği gibi doğru bir tespitte bulunulduktan sonra yazı aşağıdaki cümlelerle sona ermektedir:
“…El-hasıl bu terakkiyattan mahrumiyet hep ahalimizin tembel hallerinden ileri gelmekte olduğuna şüphe yoktur. Hele ahali-i İslamiye’nin bu yüzden kamilen bi-behre (kısmetsiz) kaldıkları izah edilmelidir.
Adadan hemen her sene evlad-ı vatandan birkaç kişiler tahsil için taşrada birer mektebe gidiyorlar. Bunlar mekteplerinde tahsilini itmam edince kimisi memuriyet, kimisi avukatlık ve bazıları da ticarete süluk ediyor. Acaba bunların içinden birisi çıkıp da mektep-i sanayiye giderek vatanına yardım edecek bir hizmette bulunuyor mu? Gariptir ki, adada bulunanlar sanata arzu etmeyi sakil bir yük veya daha doğrusu ayıp addederek ötede beride sefil ve rencide halde yaşamayı tercih ederler. Hele ahali-i İslamiyemiz yiyip içmekten maada bir meşguliyette bulunmamaları en azim teessüfleri dai değil midir? Cezirede Müslüman olarak kaç tüccar ve kaç sanat sahibi bulunuyor? Biz diyebiliriz ki, binde bir ancak bu işlerle meşguldür. Onlar da mükemmel değillerdir.
Sonuçta, hamiyet-i vatanperverlik gereği ceziremizce lazım olan sanayii arzulanan biçimde tahsil ve mevcut bulunanları ıslah ve terakki ettirmeye çalışıp gayret ederek harice olan ihtiyacımızın izalesiyle kendi paramız yine kendi memleketimizde kalması esbabını temin etmek hususudur.”
Yukarıdaki alıntıda görüldüğü üzere daha 1893 yılında Kıbrıs’ta Milli İktisat düşüncesini topluma benimsetebilmek için özel bir çaba harcandığı görülmektedir. Ada Türklerinin yaptığı doğal tarımın, toprağa dayalı bir yaşamın fakirleşmeye neden olduğunu farkeden Kıbrıs gazetesi, aynı sene içinde “Ziraat, Ticaret ve Sanayii” başlığını taşıyan bir makalede, medenî memleketlerin ziraat, ticaret ve sanayilerini geliştirerek bu günlere geldiği, ada Türklerinin de bunları görüp, öğrenip, ibret alarak, sanayi ve ticarete yönelerek çok çalışmaları gerektiği tavsiye edilmektedir.[11]
Türkçe Kıbrıs basını 1894 yılında İttihatçılığın temel düşünceleri olacak olan “muhabbet-i vatan”, “vatan-ı mukaddes”, teşebbüs-ü şahsi”, “maarifin önemi” gibi kavramlar açıkça savunulmaya başlamıştır:
“Bugün bizde bir itikat vardır ki, o da sanayiin yokluğu ve ziraatın faydasızlığıdır. Bizce bu itikat boştur. Bizde sanayii var, lakin elzem olan teşvik ve gayret olmayınca sanat tabii olmuyor. Ahalimiz köşede bucakta dalalette ve tembelliğe müptela olmuşlardır.
Ahalimizden bazıları aranılsa bulunsa teşvik edilse her türlü sanayii ceziremizde ruhlanmaya başlayacağına şüphe yoktur. Cansız sanatkârlarımızın malumat-ı fenniyelerinin sınırlı ve belki yokluğu sanayi-i mahalliyemizin atıl kalmasının esbap-ı müstakile-yi mühimmesindendir. Avrupa’nın Amerika’nın binlerce fabrikaları bir kuvve-i gaibiyenin sayesinde bu hale gelmediler ya? Maarif terakki yoluna girince kıymetşinaslık kendini göstermeye başlamıştır. Erbap-ı maarif muhabbet-i vataniyenin sevkiyle vatan-ı mukaddesin ikmal ve itmam-ı esbap-ı saadeti vasıtlarını aramaya koyulurlar.
Gayretli sanatkârları bulurlar, onları her cihetle teşvik ederler. Bu teşvikat-ı kıymetşinasenin asarı nihayet “fabrika” şeklinde görülür. Mamulat ve mahsulat-ı mahalliyeye rağbet çoğalır, ithalat azalır. Servet ahali-i memleketin yüzünü güldürmeye başlar. O halde her fert rahat yaşar.
Yoksa erbap-ı maarif uyuşup kalırsa, ashab-ı servet nakitlerini sandıklarda, kasalarda kilitlerse ne sanayii ilerler ne de zillet ve sefaletten kurtulabiliriz.
Biz her şeyi-teşvik ve tedariki-yalnız hükümetten bekliyoruz ki, muvafık-ı insaf değildir.
Sanayiimizin terakkisinde, servetimizin tezayüdünde en ziyade halkımız sarf-ı himmet ve ikdam etmeli, ve sunuf-ı ağniyamız dahi köşe-yi atalet ve rehaveti terk ile meydana çıkmalıdır. Hatta hükümetin bu hususlarda müdahalesi arzu olunmamalıdır.”[12]
1894 yılında basın Müslüman-Türk kitlenin geleceği açısından hedeflerini belirlemiştir, Türkler girişimci olmak zorundadır. Ne var ki, adada yaşayan Türklerin girişimciliği çok nadirdir, bu nedret de çıkmaz sokaktır, çıkmaz sokaktan kurtulmanın yolu zenginleşmek ve girişimci olmaktan geçmektedir. Yalnız girişimcilik konusunda ahali hükümetten hiçbir destek beklememeli, “teşebbüs-ü şahsi” ile kendi başlarına çalışıp çabalamalı hem kendilerini hem de kendinden sonra gelecek kuşakları zenginleştirmelidirler, bunların gerçekleştirilmesi ahali için bir borçtur.[13] Basında liberal girişimcilik teşvik edilirken, yeni bir düşüncenin daha ortaya atıldığını görmekteyiz; Milli İktisat’ın temel sloganlarından biri olan “ittihad ve ittifakla” çalışıp, her alanda “terakki” ve “refaha” ulaşmak. Ancak bu söylemlerin sonunda basının hayıflanmaya başladığı, halkın tüm uyarılara rağmen gevşeklik ve tembellik göstermesinden şikayetçi olduğu görülmekte ve ahali uyarılmaktadır:
“.Velhasıl icabat-ı zamana göre hareket etmeye himmet etmeliyiz. Bunu iyi bilmeliyiz ki, bu yola yönelmeyerek, gevşeklik ve tembellik halinde devam ve bu fikirlerde ısrarlı hareket edecek olursak, neticesini hakkımızda pek vahim göreceğimiz şüphesizdir.”[14]
Jön Türklerin Milli İktisat yolundaki uyarıları ve yönlendirmelerine ahali karşılık verememekte, gün geçtikçe Müslüman-Türk kitlenin iktisaden daha da zayıfladığı anlaşılmaktadır. Bunun üzerine umutları sarsılan basın, “Terakki Yerine Tedenni” diye başlık atmaktan kendisini alamamıştı:
“Ne hikmettir ki, dünyanın hemen her cihetinede hayret edilecek derecede ilerleme yolunda adım atıldıkça, ceziremiz bu şeref ve nimetten mahrum kalıyor! Ne haldir ki, ahalimiz sefalet ve tembellikten bir türlü kurtulamıyor! Bir ferdi görülmez ki halinden memnun, istikbalinden emin bulunsun, yine bir fert görülmez ki şu kurtuluş yolunu keşfedebilsinL.Acaba bu bedbaht ahali daima umutsuzluk ve perişanlık içinde koşup mahvolacak mıdır? .Maarif yok, sanayii yok, ziraat yok, ticaret yok, ittihat yok, yardım yok. Bunların yokluğunun neyi neticelendireceğini tafsile şüphesiz hacet yok1”[15]
1895 yılı içinde bu konuya ilişkin yapılan yayınlarda iktisadî zenginliğe ulaşmak için önerilerde bulunulduğunu, özellikle memuriyetten uzak durulması gerektiğinin vurgulandığını görmekteyiz: “Bizim için evvel emirde ittihazı lazım gelen hatt-ı hareket mekteplerimizin ıslah ve tanzimiyle maarifimizin terakkisine gayret etmek olup, ikinci emirde dahi evlad-ı vatanın sanat ve ticarete yönelmelerini teşvik etmektir. Memuriyet bir daire-i mahduda dahilinde bir vazife-i sakile olduğundan doğrusu o mesleğe sığınmak ve rağbet, medar-ı maişetini (geçim aracını) başka yolda istihsale muvaffak olabilenler için adeta hatadan ziyade bir kabahattir…Demek oluyor ki, arazisi olanlar ziraata, parası olanlar ticarete, bu ikisinden de mahrum bulunanlar sanata yönelmeleri vaciptir.[16]…(Ahalimizin) tedbir ve gayreti elden bırakmayarak yekdil ve yekvücut olarak hareket eylemelerini tavsiye ve ihtar ederiz.”[17]
Müslüman-Türk ahalinin girişimcilikte yetersiz kalması üzerine, Türkçe basın 1897 yılında Milli İktisat açısından çok önemli bir konu olan Milli Ticaret Şirketi’nin kurulmasını gündeme getirir. İlginçtir ki, öneriyi gündeme getiren gazete kimi araştırmacılar tarafından
Abdülhamitçi olduğu iddia edilen Zaman gazetesidir.[18] “Ceziremizde Bir Ticaret Şirketinin Lüzum ve Ehemmiyeti” başlığını taşıyan makale, tarihsel bir değerlendirmede bulunduktan sonra, yapılması gerekenleri aşağıdaki gibi dile getirmiştir:
“Ahali-i İslamiyemiz ticaret hususuna layıkıyla ehemmiyet vermediklerinden servetçe Rum vatandaşlarımızdan çok geri kalmışlardır.
Ceziremizde ticaretten edilen temettuat ve kazanç hemen umumiyetle Hıristiyanlara ait gibidir. Ticaret temettuatının ancak yüzde beşi İslamlara geçip, geri kalan yüzde doksan beşi Hıristiyanlara geçmektedir. Bu sözümüzü teslim etmeyecek bir fert yoktur zannederiz. Misal olarak yalnız Lefkoşamız tüccarlarını muvazene edelim. Rumların otuz kırk kadar tüccarına karşı bizim 4-5 tüccarımız vardır ki, bunların da muamelatı Rumlara nispetle pek mahduttur.
Osmanlı idaresinde iken cezirenin ticareti İslam elinde olup, tebeddül-ü idareden beri tedricen Hıristiyanlara geçtiği malumdur. Binaenaleyh eğer tüccarlarımız ahz ve italarının intizamına dikkat ederek ellerindeki ticareti bu güne kadar muhafaza ve devam ettirmiş olsaydılar, beş yüz liradan yirmi beş bin liraya kadar sermaye sahibi olan Hıristiyan tüccarlarının mâlik oldukları iki yüz bin liralığı mütecaviz servet ve samanın şimdi İslamlar elinde bulunacağı şüphesiz idi. İşte on sekiz seneden beri hükümet-i mahalliyenin tazyik ve istibdadına inzimam eden atalet ve kayıtsızlığımız bizi malik olacağımız şu cesim servetten mahrum ettiği gibi elimizde bulunan emval ve emlakımızı dahi tehlikeye koymuştur.
Lefkoşamızın İslam ve Hıristiyan nüfusu müsavi olduğu halde dahil-i şehirde sarf olan emtia ve mensucat vesaireyi alıp ve satan İslam tüccarların hemen mefkut derecesinde bulunması tabii ahali-i İslamiyeyi Hıristiyanlarla alışverişe mecbur eylediğinden şimdiye kadar kaybettiğimiz yüzbinlerce liralardan başka senevi Hıristiyanlara ne kadar külliyetli paralar daha vermekte olduğumuzu meydana çıkarır.
Hıristiyanlar ise maarif ve sanayice dahi bu nisbette bizden ileri oldukları cihetle onlardan bize başka suretle para geçmesi mümkün olmadığından git gide elimizdeki servetimizi de kaybedeceğimiz derkârdır. İşte şu tehlikenin önünü almak için iktiza eden tedabir-i ciddiyeye bir an evvel tevessül etmek lazımdır. Zira vakit geçtikçe tehlike büyümekte, halimiz daha ziyade kesb-i vahamet etmektedir. Bu hususta bizim için en mühim ve en kolay bir tedbir var ise o da eski ticaretimizi ihya etmektir.
Eğer buna muvaffak olabilir isek elde edeceğimiz sermaye ile maarif ve sanayi ve ziraatımızı da ileri götürebiliriz. Eski ticaretimizi ise ihya etmek ise zahiren göründüğü kadar müşkül değildir. Pek kolay bir iştir. Bir asırdan beri Avrupa’da şirketler teşkiliyle ne kadar büyük işler görüldüğü ne kadar çok paralar kazanıldığı malumdur. Bu şirketlerin muhassenatı her yerde görülmüş ve tecrübe edilmiş olduğundan bizim için de güzel neticeler meydana getirebilir. Şu sebeple de biz de ceziremize ve iktidarımıza göre bir ticaret şirketi teşkil ederek para kazanmanın yolunu bulmalıyız. Oturmakla, beklemekle hiç bir şey hasıl olmaz. Akıllılarımız, zenginlerimiz bir araya gelerek buralarını ariz ve amik düşünmelidirler. Böyle bir şirket teşkiline ellerinden geldiği kadar say etmelidirler. Vatanperverlik, milliyetperverlik iddiasında olanlar mezkur iddialarını böyle esaslı ve faydalı işlerle ispat etmelidirler. Vatana ve millete bundan büyük hizmet olamaz.”[19]
Bu yazıdan bir hafta sonra yayınlanan bir başka makalede, şirketin kurulması için neler yapılması gerektiği sıralanmaktadır: “Tarif edeceğimiz şirket herkesin çekindiği birtakım belirsiz şartlar ve büyük hisselerden arınmış olup, gayet sade şerait ve ufak hisselerden ibaret olacaktır. Zira memleketimizde henüz böyle bir şirketin teşekkül ve muvaffakiyeti görülmediğinden işi birden bire büyükten tutacak olursak ahalimizin çoğu böyle bir şirkete iştirak etmeye cesaret edemez. Bizim şirketimiz o kadar sade ve emniyetli ve faydalı olmalıdır ki, herkesler büyük istekle iştirak etsinler, bir hisse alan, iki ve üç ve daha ziyade hisseler almayı her şeyden menfaatli ve istifadeli görsün, parası olanlar sair yerlerden ziyade şirkete para vermeyi arzulasın. Hisseler ufak, idare emniyetli olursa, bu şirkete ceziremizde iştirak etmeyecek bir fert tasavvur olunamaz. Hatta esnaf ve avam takımı bile nafaka-yı yevmiyelerinden para biriktirerek, iktidarlarına göre, bir veya daha ziyade sehimler almaya say edecekleri şüphesizdir.
Şirketin tesis ve teşkili evvel emirde zenginlerden veyahut vakit ve hali uygun olan kimselerden beş on kişinin ittifakına mütevakıftır. Yetişip bir kere işe başlanılacak olursa, sermaye ne kadar küçük olsa bile emniyet ve intizam sayesinde yine az vakit içinde terakki ederek arzu olunan vüsat ve ehemmiyeti ihraz edebilir.
…Ticaretimiz yine mürur-u zamanla Rumların veya sair milletlerin eline geçmemek için şirkete İslamdan gayri milel-i saireden hiç kimse kabul edilmeyecektir (Madde 1).
…Mezkur şirketten maksat adeta zengin bir cemiyet-i hayriye meydana getirerek, maarif ve sanayii ve ziraiyemize de yardım etmekten ibaret olduğu cihetle şirketin sermayesi tekele veya birkaç tüccar eline geçip de menafi-i şahsiyeye münhasır kalmamak için hissedarların hariçte birbirlerine veyahut hissedar olmayanlara hisse satması yasak olacaktır, satan olursa şirket kabul ve tasdik etmeyecektir (Madde 2).
…Şirketin ilerlemesini temin için hissedarların tümü de maa-familya şirket malından alışveriş etmelidirler. Bundan başka, zaten Lefkoşa nüfusunun yarısı İslam olup, tabii İslamların da ileri gelenleri şirkette hissedar bulunacağından, umum hissedarların gayretiyle Lefkoşa ve belki de bütün cezire İslamlarının şirket malından ahz ve ita etmeleri mümkün olabilir. (Madde 10).
…Ceziremizde emniyetli bir şirket teşkili; İslamlar elinde büyük bir sermaye hasıl edeceği ve böyle bir kuvvetli sermaye ile de İslamların servet ve terakkileri temin edileceği bedihi olduğundan mezkur şirketin bir an evvel kuvveden fiile gelmesini vatan ve millet namına erbab-ı hamiyetten istirham ederiz.”[20]
Zaman gazetesindeki bu yazı, adadaki Müslüman-Türk ahalinin varlıklarını koruyabilmenin bir İslam-Türk iktisadî çevresi ile kaim olabileceğine inandıklarını göstermektedir.
Eğitim ve Burjuvalaşma
İdeolojik bilinçlendirmenin en önemli unsurlarından birisi eğitimdir. Kıbrıs’ta eğitim cemaatlerin uhdesinde olduğundan Rumlar tarafından çağdaş, bilinçli bir eğitim yapılmakta ya da Yunanistan veya Avrupa’da eğitim gören Rum gençleri adaya geri dönerek Ortodoks Rum cemaatinin eğitim politikalarını biçimlenmekteydi Rumlar kapitalistleşmelerine paralel sürdürdükleri, eğitim politikaları sayesinde nitelikli okullar oluşturmuşlardı ve bu okullarda matematik, coğrafya, edebiyat, tarih, ticaret, Yunanca dersleri okutarak, nitelikli modern, çağdaş bir eğitim yapmaktaydılar. Doğaldır ki, Rumlar aldıkları nitelikli eğitim sayesinde ulusçuluğu tanımışlar, Yunanistan ile birleşme hevesine düşmüşlerdi.
Adada yaşayan Türklerin eğitimi ise Osmanlı Devleti’nin klasik din eğitimi üzerine kuruluydu ve bu okullarda Ulum-ı Arabiye, Kur’an-ı Kerim, İlm-i Hal, İlm-i Tecvit, Nahv ve Sarf, Mantık ve Maani, Kelam, Fıkıh, Hadis gibi “mesail-i diniye ve mezhebiye” dışında dünyevi olarak adlandırabileceğimiz dersler hemen hemen hiç mertebesinde idi. Bu eğitim tarzı İslam üst kimliği oluşturduğu için, adadaki Türkler ulusal kimliklerinin farkında değillerdi ve bu insanlar kapitalistleşememenin sancılarını eğitimde de yaşamaktaydılar. Nitekim adanın İngilizlere devredilişinden bir yıl sonra hazırlanan bir raporda ada Türkleri “kara cahil” olarak tanımlanmaktadır.[21]
Adadaki Türkçe basının öncüsü olan Zaman gazetesi, 1892 yılında kapitalistleşme yoluyla elde edilecek servet sayesinde eğitimin modernleştirilebileceği ve bunun da ilerlemeye zemin hazırlayacağını fark ederek; “…Bedihidir ki, medeniyet maarifin terakkisi nisbetinde terakki ettiği için bu cihetten terakkimizi arayalım. Demek oluyor ki, ticaret-i hazıramız servet marifetiyle hızain-i maarif olan mekteplere ihtiyaç duyuluyor” dedikten sonra, ada Türklerinin zenginleşmek, ilerlemek için öncelikle okulların ders programlarının ıslah edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.[22]
Zaman gazetesinden ayrılan Jön Türkçü grubun çıkarmaya başladığı Kıbrıs gazetesinin, 13 Mart 1893 tarihli sayısında gazetenin yayınlanma amacını görmekteyiz. Gazetemizin maksadı, vatanımıza, eğitimimize elden geldiğince hizmet etmek olup, vatana muhabbeti öğretmeyi arzuluyoruz. Adamızın en önemli sıkıntısı eğitimin geriliği olduğundan, bunu ıslah edip, İslam köylerine mektepler açarak, ders programlarını düzenlemeyi vatanperverlik bilmekteyiz. “Ve en mültezim ve mukaddes vazifeden addettiğimiz evlad-ı vatanın hissiyat-ı İslamiye ve Milliyelerini ikaz etmek hususunda erbab-ı fazilet ve ashab-ı hamiyet dahi bize muavenet edeceklerine ümit varız.”[23]
Adadaki Türklere ait eğitimin millileştirilmesi için çeşitli öneriler gündeme gelmeye başlamış, öncelikle gelecek kuşakların hazırlayıcısı olacak kadın ve kızların eğitimden geçirilmesinden medet umulmaya başlanmıştır: “.Kızlarımız, hanımlarımız neden okumak yazma bilmesinler? Ne için, lezzet-i maarifi tatmasınlar? .Vatana kalbi hissiyat-ı necibe-i vatanperverane ile dolu fedakâr, gayretli evlat yetiştirmenin usulünü bilecek kadar niçin maarife aşina olmasınlar? .Bu gün bizde beşiğini salladığı çocuğunu hissiyat-ı vataniye ve milliyeyi uyandıracak bir takım nağmeler ile uyutan bir valide var mıdır? Bilakis hâlâ saçma ninniler işitilmekte.”[24]
Eğitimin ıslahı konusunda bir başka öneri ise, bu konunun her şeyden önce bir milli vazife olduğunun kavranması, “teşebbüsat-ı hayriye-i Milliye için hususi cemiyetler teşkil olnup” yardımlar toplanması, dayanışma ile her köyde okullar açılıp, muallimlerin dahi yetiştirilmesi ve bu işler için hükümetten hiçbir şey beklenmemesi gerektiğidir.[25]
Ancak eğitim konusunda arzulanan hedefe ulaşmak çok zor bir süreçti ve bu konuda hiçbir girişimde bulunulmaması ve ahalinin duyarsız kalması sert biçimde eleştirilmiştir:
“Her yerde, iktidar sahipleri maarifin ilerlemesi konusunda paralar sarfetmekte, bu konuda geceyi gündüze katarak mesai harcayarak ve gayret ederek, yaşadıkları yerleri servet ve mamuriyetçe akvam-ı saireye gıbta edilecek bir hale getirdikleri gibi hâlâ daha ilerisine atf-ı nazar ediyorlar. Onlar muntazam bir makinenin alatı gibi yekdiğeriyle ittihat ve ittifak ederek çalışmaktadırlar.
Bizde ise kaziyye bir aksi olup, hayırlı işlere değil, ömrümüzün meyve-i lezizi olan ciğerparelerimiz hakkında bile cömertlik gösteremiyoruz!
Ne gariptir ki, servet sahipleri, evladının temin-i istikbaline medar olur fikriyle birtakım paralar sarfederek irat-ı akar tedarikine çare düşünüyor da her türlü tehlikeden koruyacak ve binaenaleyh daimi suretle temin-i zarurete kafil bulunan terakki-i maarif uğrunda o paranın rubunu feda etmeye kıyamıyor!
Ya daha garibi şurasıdır ki, hazları, arzuları yolunda şeran ve aklen neticesi vahim olan sefahet gibi nezafet endam gibi bir çok münasebetsiz yerlere avuç dolusu paralar veriliyor da kıyamete kadar şanının yükselmesine hizmet edecek ve belki namını ilelebet lisan-ı tazim ile yad ettirecek olan evladının istikmal-i insaniyet ve meziyeti için on para verilemiyor!
Bir kimesne maarifin gelişmesinde himmetini kısarsa bilahire duçar-ı zaruret ve perişani olması umur-ı tabiiyedendir! Bir az da insafane düşünelim de sefahet ve nezafet endam gibi gayr-i meşru olan hallerden sakınıp, şiar-ı milliye, adap-ı umumiyemize muvafık hareketle bir an evvel merhale-i maksuda varalım.”[26]
Jön Türkçü çizgide yayın yapan Kıbrıs gazetesi, eğitim alanında açıkça pozitivizmi savunarak, adadaki İslam maarifini çok ciddi biçimde eleştirerek, İslam ve Hıristiyan okullarının karşılaştırmasını yapmaktan kendini alamamıştır: “Dini bilgiler elbette öğrenilecektir, ancak eğitim yalnızca dini bilgiler ve bunların tahsili için vasıta olmayıp, insanlara lazım olan okuma, yazma, tarih, hesap, fen gibi bilimlerin öğretilmesi gerektiği aşikârdır. İşte Hıristiyan mekteplerinin Müslüman mekteplerine nispetle ileri olması işte bu yüzdendir. Mesela bir Hıristiyan çocuğu okula başladığının bir iki senesi içinde okuma, yazma, hesap, tarih, coğrafya hakkında bir şeyleri hemen öğreniyor. Bizim okullarımızda ise bunu onda biri bile verilemiyor. Hele rüştiyelerimizden mezun olan bir öğrencimiz dahi bu fenleri bilmemektedir. Bir parça yazsa da imlası kötü olup, tarih, coğrafya, hendese gibi fenlerden bihaberdir. En iyi mektebimizin dersler ve öğrencilerin tahsili bir Hıristiyan mektebine denk olamaz. Yaptığımız bu tespit, İslam dinini küçümseme olarak anlaşılmasın. Ancak Hıristiyanların maarifin, ilerlemesi için gösterdikleri çabanın ve gayretin yüzde biri dahi bizde bulunmuyor.”[27]
Kıbrıs gazetesi 1898 yılında yapmış olduğu bir yayında düşüncelerini çok net biçimde ifade etmiş, Abdülhamit’in uyguladığı istibdada halkın cehalet yüzünden alkış tutup, vatanperver, milliyetperver ve hürriyetperverlere küfürler yağdırdığını, aşağıdaki gibi ifade etmiştir: “Milleti, yani bizi tekmeleyen ayağı öpüyoruz. Kendimiz için her şeyini feda eden, hatta canlarını bile tehlikeye atan insaniyetperestlerin mezarlarına lanetler yağdırıyoruz. Vakıa biz masumuz, çünkü cahiliz: Vatandaşlarımızın kusuru, cümlemizin hatası çoktur. Bunların kaynağı, asırlardan beri saha-yı vatanda sürdürülen pek eski olan istibdat ve hürriyetsizliktir. Biz bunları pekala takdir ve itiraf ederiz. Ancak artık vakit çok geçmiştir. Bu gibi şeylerle vakit geçirmek abesle iştigal demektir. Bugün üzerimize düşen vazife, el birliğiyle vatanın kurtarılmasına, istibdat zincirinin ve esaretin kırılmasına çalışmaktır.”[28]
Yukarıdaki yazıda savunulan düşünceler, bir burjuva devrimi olarak nitelendirilen II. Meşrutiyet’in ilanından on yıl önce yazılmış ve eğitim yoluyla toplumun bilinçlendirilerek Jön Türkler Kıbrıs’ta ahaliyi bu harekete hazırlamayı hedeflemişlerdir.
II. Meşrutiyet ve Kıbrıs
Jön Türk geleneği oldukça eskiye giden ve ciddi yayın faaliyeti yapılan Kıbrıs’ta II. Meşrutiyet’in ilânı olağanüstü bir sevinçle karşılanmış, Meşrutiyet, hürriyet, eşitlik, kardeşlik kavramları haftalarca Türkçe basının sütunlarını doldurmuş, İstibdat, Hafiyelik, Hürriyetin yokluğu ve buna sebep olanlar lanetlenmiştir.[29] Nitekim 1908 yılında İzmir İdadisi öğrencilerinden Ekmekçi Hasan Ağazade Kıbrıslı Ahmet İrfan adlı bir öğrenci “Ey Mektepliler” başlığı taşıyan bir makale kaleme almış ve bu makalede istibdat lanetlenirken, Kıbrıs Türk halkının vatan sevgisiyle, milli duygularla çalışıp, iyi eğitimden geçmesi, girişimci olup milli iktisat sayesinde zenginleşerek, medeni milletler arasına girmesi gerektiği anlatılmıştır:
“Ey ümid-i istikbal-i vatan olan kardeşlerim! Osmanlılar 32 seneden beri daima tedenni ve inhitata yüz tutmuş idi. Milletimizin böyle perişan hal olmasına ve maarifimizin kuşatılmasına acaba kim sebep olmuştur.
.Birtakım deni, mürtekip, şeytan kıyafetindeki adamlardır ki; can yakmayı, ev yıkmayı ve otuz iki seneden beri içinde bulundukları ve nimetiyle perverde oldukları bu mukaddes vatanımızı harab etmek hususunda her türlü şeytaneti kendilerine sanat ittihaz etmişlerdi. Vatanın saadet ve selameti için feda-yı can etmeğe hazırlanan bir çok erbab-ı hamiyete iltifat değil, o bi-çareleri menfalarda, zindanlarda, çöllerde açlıktan, susuzluktan öldürerek vücutlarını ortadan kaldırmışlardı. İki mektep efendisi bir yere gelip de teati-i efkar edemez idi. İçimizde millet ve vatan muhabbetinin neden olduğunu takdir edecek kimseler nadir, ellerimizde istifadeyi mucip bir kitap bulunduramıyorduk.
…Kanun-ı Esasimiz ilan olunduğu günden beri gazetelerimiz kemal-i serbestiyetle idare-i efkar ediyor. Matbuat-ı Osmaniyenin serbestiyetinden hasıl olan fırsatı ganimet addederek nimet-i maariften biz mektepliler de feyziyat olalım, mekteplerimizde alçakça kayrılmış, bilgisiz, iktidarsız muallimleri def etmek çarelerini bulup yerlerine zeki, fatin muallimler celb ile iktidarlarından envar-ı feyz edelim, edelim de alem-i medeniyete adım atmış milletler sırasına biz Osmanlılar da dahil olalım.
Bundan böyle hepimiz hükümet memuru olmak fikriyle memuriyete göz dikmek emelini terk ile.Fransızlar, İngilizler gibi amalimizi, efkarımızı milletimizin terakkiyat ve umranı cihetine hasr ederek bir mülkün ihyasına sebep olan ve beş on kuuruş sermaye ile işe başlayarak az zaman içerisinde büyük tacir sırasına geçen insanları görerek ziraat, sanat, ticaret gibi mühim meslekleri takdis ve takip etmeliyiz.Limanlarımızda gidip gelen tüccar gemilerini görerek, kendimiz hizmet ediyoruz zannetmeyelim zira onlar bize değil bilakis biz onlara hizmet ediyoruz.
Vatanımızda fabrikalar küşadına, şirketler teşkiline muktedir ashab-ı servetten pek çok adamlarımız var ama onlar da ticaret mesleğini takdis etmiyorlar. İnsaf ediniz Cumartesi, Pazar günleri ticaret mahallerine gittiğimiz vakit çarşıların sükut-ı mutlakası içinde ayaklarımızın sadasından başka bir şey işitemiyoruz.
Bu nedendir? Farkındasınız, ticareti kendisine sanat ittihaz eden İslamlar değil, Rum ve Ermeni vatandaşlarımız olduğudur. Bundan sonra mekatib-i İdadiyeyi ikmal ettik mi, Ziraat, Ticaret ve Sanat mekteplerine girerek vatanımızın terakkiyat-ı ticariye ve iktisadiyesini temine çalışalım. Cenab-ı hak para kazanan kimseleri sever. Binanenaleyh hepimiz yekvücut, yekdil olarak efal, necip bir millet olduğumuzu herkese tanıtalım.”[30]
II. Meşrutiyet’in o heyecanlı, duygu dolu havası Kıbrıs’a da yansımış, vatan, millet, milliyet, hürriyet sözcükleri her fırsatta kullanılmaya başlanmıştı. Mirat-ı Zaman gazetesinde “Vatan” başılığıyla başmakale olarak yayınlanan bir yazıda ayrıntılı biçimde vatan, millet sevgisi işlenmiş ve vatan için “vazife-i asliye”nin tembellik ve miskinlikten uzak durarak çok çalışmak, girişimcilik olduğu vurgulamış ve yazı “miskinane hareket etmek, vatana huyanet ve vatanın Ecnebi ellerine geçmesine müsaade ve muavenet etmek demektir” biçiminde sona ermiştir.[31]
Pozitivizm, İttihat ve Terakki’nin ideolojisinin temelini oluşturmaktaydı. Bu yüzden eğitime ve toplumun her kesimini eğitilmesine büyük önem vermişler ve okullaşmanın, eğitimin niteliğinin yükseltilmesinin yanı sıra, “Gece Mektepleri” açarak, eğitimin yaygınlaştırılması için büyük çaba harcamışlardı. İttihat Terakki’nin gece mektepleri uygulamasının Kıbrıs’a da yansıması gecikmedi ve 1909 yılı Mart ayı içinde Limasol’un Siliko köyünde, köy muallimi Hacı Sadık Efendi’nin gayretleriyle bir gece mektebi açılmıştır. Mektebin açılış töreni sırasında Hacı Sadık Efendi’nin açış nutku önemli mesajlar içermektedir. Hemen her cümlesinde ittihat, ittifak, terakki, Kıbrıs Türkleri gibi sözcüklere atıfların yapıldığı konuşma bir durum tespitiyle başlar:
“.İşte ceziredeki yahut köyünüzdeki Hıristiyan vatandaşlarınız! Bu çalışkan komşularımız birbirlerini sevmeleri, tutmaları, ittifakları, çalışıp çabalamaları ve gayretleriyle az bir müddet zarfında bizi gerek maarifte gerek ticarette velhasıl her hususta geçtiler. Osmanlı zamanında İslamların mallarını, mülklerini ve her halde Müslümanların ileri bulunduklarını belki de içinizde görüp bilenleriniz pek çoktur. Bilenleriniz ne demek? Umumen bilirsiniz! İşte o zamandan bu zamana kadar arada mürur eden az bir müddet zarfında Rum vatandaşlarımız mani-i terakkileri ne olduğunu idrak ile elbirliği ile bilittifak geceyi gündüze kattılar ve fırsattan da bilistifade ilerlediler. Biz ise Allah kerim ile vakit geçirdik. O zaman elimizde olan mallar oturup yemekle tükenmeyecek zannettik. Bu sanat Hıristiyan sanatı, şu sanat Yahudi sanatıdır; ben çocuğumu demirci, tenekeci ilah gibi tatsız tatsız sanatlara veremem. Benim malım ölünceye kadar ona da kafi bana da. Aileyi bizden sonra gelecek çeksin dedik ve bu suretle sanatsız kaldık. Kezalik ecnebi lisanı okuyanlar dinsiz olur dedik ve bu suretle de okuyup yazmaktan geri kaldık. Nihayet böylelikle gitgide aşağı kaldık ve işte şimdi şu acıklı hale geldik.”
Durum tespitinden sonra, dünya medeniyetine katılmanın şart olduğu, bunun önce eğitimden geçtiği, bu yüzden herkesin gece mektebine devam ederek, eğitilmesi gerektiği, bu sayede millet ve vatan bilincine ulaşılıp, bu sayede el ele vererek çalışılıp zenginleşerek, milletin hukukunun korunabileceği İttihatçı söylemlerle dile getirildikten sonra nutuk; “.yaşasın ittifak, yaşasın ittihat, var olsun adaletle musavat” sloganıyla sona ermiştir.[32]
Kıbrıs adasında yaşayan Türkler için milli iktisat ihtiyacının, Osmanlı İmparatorluğu’ndan daha erken yaşanmasının ve arzulanmasının nedenini “yok olma” korkusundan kaynaklandığı tespitini yapmıştık. Osmanlı coğtafyasında, 1908 sonrası modernleşme ve Batılılaşma artık kurumsal reformların uygulanması olarak değil, kapitalist bir toplumun kurulması olarak tanımlanıyordu. Bu da kapitalizmi yaratacak bir sınıfın, burjuvazinin yaratılması demekti. İmparatorluğu bir arada tutmak, yani İttihat-ı Osmani’yi gerçekleştirmek isteyen İttihat ve Terakki, doğal olarak gayrimüslimleri karşısına almak istemiyordu, işte bu kaygılardan dolayı, milli iktisat ve milli burjuva konusunda Meşrutiyet’in ilk yıllarında İttihatçıların düşünceleri henüz billurlaşmadığı gibi, aksine liberalizm uygulandığından, Müslüman-Türklerin durumu daha da vahim bir hale gelmişti.
İttihatçıların henüz kafasının karışık olduğu, iktisadi poltikalarının belli olmadığı bir dönemde, 1909 yılında, Kıbrıslı bir aydın olan Doktor Hafız Cemal Bey tarafından “Kıbrıs Osmanlılarına Mahsus İstikbal Programı”[33] başlığını taşıyan çok önemli ve oldukça ayrıntılı bir beyanname Mirat-ı Zaman gazetesinde yayınlanmıştır. 31 Mayıs 1909 tarihinde yayınlanmaya başlanan bu belgeyi, Kıbrıs Türklerinin var olma kaygısı ile hazırladıkları “Politik İktisadi Program” olarak tanımlamak durumundayız. Türk iktisat tarihi açısından çok önemli olan bu belgeyi sadeleştirerek vermeyi uygun görüyoruz:
“Her milletin ruhu maarif olduğundan en evvel mekteplere ehemmiyet vermeli. İslam bulunan en ufak köylere bile yeni usule aşina muktedir muallimler tayin etmeli (Madde 1).
Şimdilik Magosa, İskele, Leymeson, Baf, Girne, Lefke, Poli kasabalarına erkek ve kızlara mahsus olmak üzere birer Rüşdiye mektebi küşad etmeli (Madde 2)…10-15 sene sonra da kaza merkezlerindeki Rüşdiyelere İdadi sınıfları tedricen ilave ederek bir müddet sonra her kasabada mükemmel birer Rüşdiye ve İdadi mekatibi mevcut olmalıdır (Madde 3). Kaza merkezlerindeki kız mekteplerinde yeni usuldeki kitaplar okutulmakla beraber, bayanların yapabileceği en esaslı sanatlar öğretilmeli (Terzilik, Frenk terziliği, Çulhacılık, el ile veya hususi makine ile nakışlar yapmak, yorgancılık, yeni usuldeki kasnak usulleri, kolacılık, modistracılık, kilimcilik, seccadecilik, heybecilik vesaire). Bu sanayi-i mühimmeyi İslam kızlarımıza tavsiye ettiğimize hayret etmemeli, çünkü, Anadolu’da, Arabistan’da ve hatta Avrupa’da bile kadınlar bu işleri de hüsn-i ifa etmektedirler (Madde 4).
Her kasaba ve köylerdeki muallimlerin vazifeleri mektepde yalnız eğitim ve terbiye olmalıdır. Binaenaleyh imamlık, müezzinlik ve gasallık vazifeleri için ayrıca bir hoca efendi celp edilmeli ve mektep muallimi yalnız kendi vazifesine devam etmelidir. Dini meseleleri, Kur’an-ı Kerim’i muktedir imam efendiler okutmalı ve mektep muallimi de yeni usuldeki kitapları talim etmelidir (Madde 8).
.Kıbrıs’ta umum evlad-ı fukara için bir barınma ve gelişme kapısı olmak üzere Leyli bir Sanayii Mektebi’nin kurulmasının lazım olduğuna ve Lefkoşa’dan ziyade kaza merkezlerinden her hangi birinde olursa olsun tesisi mühim olduğuna katiyen kani olmalıyız. Bütün Sanayi-i mühimme-i servet Rumların ellerinde olduğundan Hıristiyanların her mağazası birer (Küçük Sanayii Mektebi modeli) olduğunu ve her dükkanda en az 10-20 çırak çalıştığını ve İslamların ellerinde en adi, süfli işler bulunduğuna ve Rumların Sanayi ve Ticaret sayesinde bütün kuva-yı maneviye ve maddiye-i İslamiyeyi zabt ve istila ettiklerini iyi düşünürsek, bir Sanayii Mektebinin kurulmasının lazım olduğuna katiyen kani oluruz. İslamların vaktiyle Rumlardan para, nüfuz, korkutma vesair vasıtlarla aldıkları emlak ve araziyi, İngiliz hürriyeti esnasında Hıristiyanlar İslamlardan yüzde doksan emval ve serveti ancak alın terleriyle, ciddi ittihad ve mesaileriyle, en esaslı meslekler, sanayi ve ticaretle hakkıyla elde ettiklerini ve Kıbrıs Müslümanları şimdiki keşmekeş hallerinde, tembellik, sıradan tedbirlerle daha bir müddet vakit geçirecek olurlarsa, Rumlar kazanmış oldukları kuvay-ı maddiye, maneviye ve fenniye ile bütün akarat ve nükut-ı İslamiyeyi, ceziredeki istikbal ve Müslümanların hayatını (hıfzullah) istirdat ve mahvedeceklerini devr-i endişane tekeffül edip ona göre evlad-ı vatanın, şu zavallı milletin istikbal ve mevcudiyetlerini temine kemal-i ciddiyetle eğilmek ve sebat etmek, erbab-ı akıl ve izanın feraiz ve vacibatından addedilmelidir. Osmanlı zamanı ceziredeki yüzlerce çiftliklerin, yüz binlerce arazinin, tarlaların, hanelerin, dükkanların hasılı yüzde doksan dokuz nisbetinde servet vasıtası ve zenginliğin İslamlar elinde bulunduğunu ve bu gün o büyük servetin, emval-i gayrimenkule ve hatta emlak-ı menkulenin bile yüzde doksan beşi çalışkan Rum vatandaşlarımızın ellerine ancak “mesalik-i aliye (aletli meslekler), sanayi, ticaret ve ittihat”la ebediyyen düştüklerini ve Müslümanların fakr-ü sefalette boğulup, ekserisinin işsizlik, maarifsizlik, züğürtlükle halet-i ihtizarda bulunduklarını ve karanlık bir istikbal-i hiçiye (yok olmaya) doğru yuvarlanmakta olduklarını tasalanan gözlerle gören akıllılar, Müslümanlar arasında “mesalik-i aliye, ticaret, sanayi-i esasiye ve ittihat”ın tesis ve kalıcı olmasına hizmet ve sebat etmeleri borçtur (Madde 10).[34]
. İdadiden mezun olan öğrencilerin yüzde doksan beşi memuriyet, görevini kötüye kullanmak ve aracılık peşinde dolaştıklarından bunların en becerikli ve akıllılarını tahsil ettirerek cezireye geri dönmek üzere yüksek mekteplere göndermek, bir tarafını da zengin ve büyük tacirlerimizin maiyetlerine alarak ticaret yoluna sevk etmeye ve sermaye vererek terakki ettirmeye himmet etmelidirler (Madde 33). Matbuatın, gazetelerin, matbaaların birer seyyar mektep, ilm-i irfan ve rehberi terakkiyat-ı ümmet olduklarını ahalimiz epeyce anlamalıdır da, adada intişar eden ve edecek gazeteleri himaye etmelidir.Matbaalarımıza daima iş göndermeliyiz. Hukukumuz mahvoldu mu, millet için ümit verivi faydalar bulundu mu, daima matbuata müracaat etmeliyiz (Madde 34).
Bütün ada Müslümanları yekvücut, müttefik olarak İslamların menfaatları ve ilerlemesi için cidden uğraşmalıdırlar. Yani Müslümanlar, birbirlerini kardeş gibi sevmeli, birlik olmalı, tutmalı. Tarafgirliği, aleyhdarlığı, çekememezliği tembelliği, kaldırmalı (Madde 35).
Meclis-i Kavanin, muhtar, Meclis-i İdare-i Maarif seçimleri esnasında ahalimiz bittabii iki taraf olurlar. Seçimden sonra da her iki taraf Reis ve efradı birbirlerine düşman olup, her kasaba ve köyü tahrip ederek gelişmek için çalışmaya asla vakit bulamıyorlar. Bu cihetle o gibi seçimler olduktan sonra her taraf efradı, galibiyet ve mağlubiyeti büsbütün unutarak barışmalı. (Madde 36).
Kıbrıs’ta Meclis-i Kavanine.İslam azalarını becerikli, lisana aşina, faal, iyi niyet sahibi, vicdanlı, dindar, milletperver, Osmanlı zevatından seçmeliyiz. Tarafgirlik, fesatçılık, şahsi garaz ve şahsi menfaat takip edenler bu mühim Meclise asla seçilmemelidir (Madde 37).
Pek iyi bilirsiniz ki, Rumları bu derece ilerleten sebepler, “Maarif, Kemalat, Sanayi, Ticaret” ise de, Meclis-i Kavaninde ekseriyete malik olan muktedir Rum azalarının müttehidane, himayekarane yapmış oldukları ve milletlerinin menafilerini temin eden nizamların da büyük bir tesiri olduğunu unutmamalıyız. (Madde 38).
İngiltere hükümeti ceziremizi işgalinden beri İslam ve Rumlara hürriyet bahşetmiştir. Rumlar İngiliz hürriyetinden yani “Maarif, Sanayi ve Ticaret, Ziraat-ı Cedide, Mesalik-i âliye (alet), Matbuat, Şirket ve Kumpanyalar tesis ve tekamülatı” nokta-ı nazarınca fevkalade faydalar elde ederek, gelişmenin ilerlemenin en üst noktalarına vasıl oldukları halde, biçare İslamların yüzde doksan beşi de “Hürriyet” kelimesinin bilge manasını su-i istimal ederek, “şaraba, rakıya, kerhaneye, meyhaneye, fuhuşhanelere, velhasıl eğlence ve zevk ve sefa alemlerine” düşüp, günden güne mahv ve yok olmakta ve hakiki medeniyetten hemen bi-haber bulunmaktadırlar. Binaenaleyh ada Müslümanları maatteessüf.Avrupalılar 1909 sene-i Miladîyesinde iseler, biz 1709 senesinde olup, bu vechle Avrupa fikirleri ve gelişmelerine nisbeten 200 sene daha geride bulunuyoruz. Aynı vatan mahsulatı olan cezire Müslüman ve Rumlarının ilerleme dereceleri iyice ölçülüp incelenince Rumların her hususca en üst yerlere vasıl olup, İslamların her cihetce en sefil en aşağı tabakalarda bulunduklarını erbab-ı akıl ve izan görerek duçar ve hayret olur (Madde 43).
İslamların yüzde doksan beşi Rum tacirlerinin (%10-12) nisbetinde borçlu düştüklerinden ve gitgide bütün Osmanlı emlakı bu sayede Rumlara geçeceğinden İslam zenginleri ve iddihar sandıkları bu bi-çare Müslümanları mahv ve yok olmaktan kurtarmağa çalışmaldır (Madde 44). Her Müslüman alışverişini daima İslamlarla yapmalı (Madde 45). Müslüman tacirleri ekser eşya-yı ticariyelerini Anadolu’dan velhasıl “Osmanlı malı” celp etmeli (Madde 46). Kıbrıs Müslümanları da daima Osmanlı malından satın almalıdırlar (Madde 47). Anadolu’dan Girne tarikiyle daima Osmanlı malı celp ettirmeli (Madde 48). İslamlar da adada büyük bir şirket-i Osmaniye tesis ederek vapur vesair faydalı teşebbüsler ile servet ve nüfuz-u milliyeyi çoğaltmalı (Madde 49). Ada’nın ithalatını azaltmak, ihracatını çoğaltarak dışarıdan cezireye bir çok para çekmek için tedbirler alınmalı (Madde 50). İhracat nokta-i nazarınca en müterakki mahsulatı İslamlar da hazırlayarak servetlerini tezyit etmeli (Madde 52). Bütün ahali yerli malına, emtiasına, kumaşlarına çok ehemmiyet vererek satın almalı ve katiyyen mecbur olmadıkça Avrupa malı almamalı (Madde 53). Kasaba ve köylerde bir çok gençler ticerete düşüp sebat etmeli ve ahali de Müslüman tacirleri daima himaye etmeli (Madde 54).[35]
…Rumlar’ın ilerlemelerinin başlıca sebep ve vasıtaları şunlardır: “İttihat ve ittifak, gayret-i milliye, maarif, yeni usuldeki mektepler, en esaslı sanayi ve ticaret, nüfus artışı, mükemmel ve kuvvetli matbuat, servet biriktirmek, emlak ve akarat edinmek, yeni fenleri, keşifleri, gelişme usullerini kademe kademe takip ederek mevki-i icraya koymak”. Her Rum beş parasına varıncaya kadar hiçbir Türke para vermeyerek daima alem-i Hıristiyaniyete nakit aktarmak, israftan, suiistimalattan, gereksiz masraflardan kaçınarak her daim usul-ü iktisada, ekonomiye göre hareket etmek kemal-i ciddiyet ve sebatla gece ve gündüz çalışmak, birbirini tutmak, çocuklarının istikballerini temine çalışmak, kardeş gibi sevmek, hukuk-u Hıristiyanenin zerresine bile el uzatılsa, bütün Rumların bir ağızdan ve tek vücut olarak kıyametler koparmaları, köy ve kasaba mekteplerine tayin olunan en muktedir muallimlerin hakkıyla eğitimde, milli nutuklar iradında berdevam olmaları, dinlerine son derece bağlı bulunmaları, milletlerinin pek parlak istikbale nail olmaları için “50-100 ve hatta 200” sene sonra bile adadaki mevcudiyet-i Hıristiyaniyeyi takviye ve temin için tedabir-i müessire sarf eylemeleri, istikbalde cezirede büsbütün bir alem-i Hıristiyaniyetin tesis ve devamı için bilcümle Müslim efradı manen ve maddeten mahv ve yok etmeye, kendilerini maarifsiz, sanayisiz, ticaretsiz, nüfuzsuz, parasız, nüfussuz, mülksüz, ittifaksız, camisiz hasıl-ı kelam siyaset ve iktisat nokta-i nazarınca yarı olmuş makamına kaim olmak üzere fünun ve maarifsizlik, züğürtlük, alem-i hiçisine atmak bütün mesalik-i aliye erbabını, memurlarını kendi dindaşlarından yetiştirerek alem-i İslamiyet ve Osmaniyete ihtiyaçtan büsbütün azade kılmak, her kasaba ve köylerde bile vaktiyle açmış oldukları iddihar sandıklarını ileride birleştirerek büyük bir millet bankası açarak hem hükümet-i mahalliyeye ihtiyaçtan vareste kılmak ve hem de bütün Müslümanların emlak ve akaratını para kuvvetiyle satın almak gibi efkâr-ı milliyetperverane ve teşebbüsat-ı devrendişane sayesindedir ki Rumlar terakki ettiler ve parlak bir istikbale muvaffak olacaklardır (Madde 78).
Cezire Müslümanlarını gerileten, terakkiden men eden başlıca sebepler aşağıdaki gibidir: “İttihatsızlık, birlik olmamak, milli menfaatler hususunda zerre kadar ittifak etmedikten başka o gibi hayırlı işleri bozmak, gayret-i milliyenin noksaniyet ve hatta bazı yerlerinde yokluğu, maarifin menfaatsızlığı, yeni usuldeki mekteplerin kifayetsizliği, ahalinin bir kısmı okuyup yazmanın ehemmiyetini anlamağa başlamışlarsa da, ekserisi evlatlarını memur (İngiliz hizmetçisi!) yaptırmak için çalışmaları, gençlerin yüzde doksan beşi memuriyet, sefahet ve kuru beylik peşinde dolaşmaları, en esaslı sanayi ve ticaretleri ayıp gördüklerinden, işbu servet ve saadet vasıtalarından mahrum olmaları, ekser gençler israf ve şehvet alemlerine düşerek suiistimalat ve israfat günden güne maruz olmakla beraber pek geç evlenmeleri, ekser babaların bir çok ağırlık istediklerinden hayli kız ve erkeklerin vaktiyle izdivaç edemediklerinden ahlaksızlığın artması ve emraz-ı vehimenin gençleri kesret üzere sarıp zürriyetten, çocuk yapmaktan men etmeleri, her Rum karısının arkasında yarım ve hatta bir düzine çocuk koştuğu halde İslam kadınlarımızın hemen ekserisi bir iki çocuk doğurduktan sonra artık keyiflerini tamam çatmak için kasten çocuk düşürmeleri, zaten bir çok gençler frengi, belsoğukluğuna uğrayıp tamam bir tedavi görmediklerinden ekserisinin çocukları olmadığından, nüfus-u İslamiyenin günden güne azalması, gazetelerimiz ahaliden mükemmel bir himaye görmedikleri cihetle neşriyatta devam edebilmeleri için tarafgirlerin… aleyhdarlıkta berdevam olmaları, maarifetsiz olan İslamlar eski beylik (!) ağalık (!) itiyatlarında eskiden olduğu gibi devam edebilmeleri için emlak ve akaratlarını Rumlara satmaları, en ağır faizli borç altına girmeleri, keşfiyat ve terakkiyatı zerre kadar takip ve icra etmedikten başka, aleyhdarlıkta bulunmak, her Müslüman diğer bir din kardeşine zerre kadar muvenet etmemek için ekseriya birbirlerinden alışveriş etmeyip daima Rumların derece-i israfata, suiistimalata kapılmaları; ciddiyet ve sebat ve gayretin katiyyen mefkudunu, birbirlerini asla tutmamaları, bilakis bir Müslüman biraz terakkiye başladı mı hepsi meşveret ederek mümaileyhin ayağı altına karpuz kabuğu koyarak düşürmeleri, tedennisi için fisebilullah senelerce uğraşmaları, her baba evladının istikbalini küçük yaştan itibaren asla düşünmediğinden 6-12 yaşına kadar anası çocuğunun rahatsızlığından kurtulmak için mektebe gönderildiği halde, 13-22 yaşına kadar gençlerin ekserisi muallim, ana ve baba terbiyesinden mahrum olarak sefahet ve edepsizlik alemlerinde gece ve gündüz vakit geçirmeleri ve bir takım ebeveynin bu halleri görerek ya takdir etmeleri veya men edememeleri, gençliğin en ateşli zamanlarını bu yolda geçirenlerin bıyık ve sakalları zuhur eder etmez, hiçbir malumat-ı mektebiyeleri olamadığından ve babaları ise asla muavenet etmediklerinden o akılsız gençlerin temin-i maişet için çarnaçar zabtiyeliğe, hizmetçiliğe, Şam işi yoğurt yapmaya, davul zurna çalmaya, velhasıl en kolay bir işe sarılarak bir az sonra o temelsiz işten çabucak usanarak diğer bir tarik-i maişete dalmak, hasıl-ı kelam, ekseriya birkaç ayda bir, ya sıkıntı veyahut yerini değiştirerek Çingene gibi dolaşmak, bir takımı da anasını, babasını döverek zor ile para almak, bir kısmı da ebeveyninin malını satarak yine kendi beyliğinde, edepsizliğinde devam etmek, bazısı da bir buçuk liracık hizmetçiliğe girmiş diye iftihar ederek bir (Paşa!) kadar büyüklenmek, borç ile harç ile, edepsizlikle para çekerek ayda 3-4 lira masraf etmek, bazıları da zeytin ekmek yiyerek aylıkçığından arttırıp yine şıklıkta eskisi gibi devam etmek, zerre kadar çalışmamak, güya biz dünyaya yalnız süslenip, gezmek ve hayvancasına yiyip içmek, zil zurna gezmek (şaribü’l-leyl ve’n-nehar) olmak için yaratılmışız gibi gece ve gündüz edepsizlik, sefahet vadilerinde bir berduşiye dolanıp, yaşamak, hukuk-ı İslamiye bir çok yerlerde, hususatta kayıp oldukları halde (şecaat-ı şahsiye!) ye malik olan bu zavallı millet (şecaat-ı içtimaiye ve ittihadiye !) den katiyen mahrum olduklarından ne gazetecileri ve ne de sekene-i mahalliye kafi derecede müdafaa etmemeleri, ekser kasaba ve köylerde tayin olunan muallimlerin hakkıyla tedrisatta bulunmadıktan başka, bir çoğunun gazete okuyacak kadar bile malumatları olamayacağı, Milli Nutuklar ve nasihatler vermemeleri, ahalimizin ekserisi artık İslamiyetce de zayıf düşmeleri, değil milletimizin istikbalini herkesin kendi atisini bile düşünmemeleri, Cemiyet-i İslamiye-i cezirenin temin-i mevcudiyet ve takviye edilmesine zerre kadar çalışmamaları, bütün mesalik-i âliye ve mutavassıta erbabıyla en kuvvetli memuriyetlerden İslamların mahrum olmaları, nezd-i hükümette bile İslamların nüfuzsuz, itibarsız, tembel, aleyhtar teşhis edilmeleri hal-i hazırda ve istikbalde Rumlara ihtiyaçtan tamamıyla kurtarmak için tedabir-i müessireye asla teşebbüs etmemeleri, kuva-yı milliye ve nükudiyeyi istikbalde temin edecek olan İddihar Sandıklarına layıkı veçhle ehemmiyet verilmemesi, İslamların kürenin eski usullerinden ayrılmamaları, ziraat-ı cedidenin noksaniyeti, efal-i hayriyeyi bilittifak daima bozmaları, efal-i beşeriye ve fesadiyeyi bilittihat himaye ve terakki ettirmeleri, aleyhdarlık, fesatçılık, kıskançlık, çekememezlik, tembellik, cahillik, sebatsızlık biçare Müslümanları günden güne vadi-yi tedenniye atmıştır (Madde 79).[36]
Yukarıda değerlendirmeye çalıştığımız belgeler ışığında bazı sonuçlar belirmiştir. Öncelikle II. Abdülhamit’in istibdatından kaçan Jön Türklerden bir kısmı düşüncelerini basın yoluyla adada daha rahat yayabilme ve olgunlaştırabilme şansına ulaşmıştır. Basındaki yazıların amacı, adada yaşayan İslam, Osmanlı, Türk hangi isimle anılırsa anılsın, bu kitlenin milli iktisat sayesinde kapitalistleşmesi, milli burjuvayı oluşturarak, milli kimliklerinin yaratılabilmesiydi. Milli İktisat ve Milli Burjuva düşünceleri yukarıda da vurguladığımız üzere, adada azınlıkta kalan Müslüman-Türk kitlenin, burjuvalaşan ve uluslaşan Rum kitle yani ötekiler tarafından yok edileceği korkusunun belirmesi nedeniyle erken bir tarihte gündeme gelmiş bir olgudur. Ancak bu belgeler ışığında gözden kaçmaması gereken bir sonuç daha vardır ki, yalnızca Müslüman-Türk çevreden oluşan bir iktisadi çevrenin kurulması ve bu kitlenin gücünün arttırılması arzusunun yanı sıra, adadaki cemaatların ayrışmasını sağlayarak, uygulamada Müslüman-Türk tüccarların siyasallaşmış iktisadi söylemler ile zenginliklerini arttırma kaygısı olduğudur.
Kıbrıs Türkleri arasında Milli İktisat ve Milli Burjuvaziyi yaratabilmek, doğal olarak milli kimliklerini kurgulayabilmek için 1920’li yıllarda daha yoğun çaba harcamışlar, basını daha etkili kullanmışlardır. Ancak Kıbrıs adası üzerinde Milli Türk burjuvazisinin geliştiğine, yaşadığı pazarı ele geçirip, ulusal pazarının oluşmadığını görmekteyiz.
Araştırmamı Kıbrıslı araştırmacı Doktor Nazım Beratlı’nın değerlendirmesi ile sona erdiriyorum:
“.Kıbrıs’ta son yıllara gelinceye dek, böyle bir tanımlamayı hakedecek toplumsal bir grup bulmak mümkün değildir. Burjuvalaşma treninde kendisine ait bir kompartıman ele geçirme şansını geçen yüzyılın ortalarında kaçırmış olan Kıbrıs Türk egemenleri, 1974’e gelinceye değin, ya eşraf kalıntısı ya da çarşı mensubu esnaf-bezirgan takımı olmaktan öteye geçememiştir. Gerçekleştirdikleri faaliyet, 1974’e kadar üretim ile ilişkisi olmayan, kapitalist anlamda ticaret bile sayılamayacak, üstelik de başarısız sermaye biriktirme gayretinden başka bir şey değildir.
Tarihsel olarak ticaret sayesinde kapitalistleşmeye yönlenmiş olan Rum egemenleri kaçınılmaz olarak ilerledikçe, yine tarımsal köylülük nedeniyle toprağa bağlanan Türk egemenlerinin gerilemesi kaçınılmaz hale gelmiştir.”[37]
Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 14 Sayfa: 293-304
-
TÜRKIYE'NİN EN DEĞERLİ PARASI
26 2023, 12:44 -
TRT BELGESEL'DE TÜRK YOK MÜSLÜMAN MI VAR ?
25 2023, 20:46 -
KUTÜ'L AMÂRE ZAFERİ
29 2023, 12:24 -
Atatürk: Bir Ümmeti Millet Yapma Yolunda Bir Ömür
15 2023, 01:25 -
Tabip: Dr. Reşit Galip (Baydur)
15 2023, 01:21 -
Günümüz Macar Turancılığı
15 2023, 01:16 -
Efsane Paşa Hasan Kundakçı Vefat Etti
17 2023, 15:31 -
ANADOLU ÖZ BE ÖZ TÜRK VATANIDIR
03 2023, 16:18 -
TÜRK’üm Diyorsan BİLMEK Zorundasın ...
04 2022, 13:36 -
Bir Padişahın Kuluna Bak Birde Tanrı'nın Kuluna.
21 2022, 12:28